Siyaset, kavramların içini boşaltma ve gerçeği eğip bükme sanatı haline geldiğinden beri, herkes kendi hikâyesini anlatıyor. Ama gerçek, gözümüzün önünde duruyor. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuki varlığı ile fiili durumu arasında derin bir uçurum var. Kağıt üzerinde hâlâ Atatürk’ün kurduğu laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti var; yani de jure Türkiye Cumhuriyeti yaşıyor. Ama fiilen, yani de facto olarak, o devlet 2018’deki anayasa değişikliğiyle ortadan kaldırıldı. Şimdi ise bu hukuki kılıfın da atılıp tamamen yeni bir yapının inşası için son adımlar atılıyor.
Meselenin özünü kavrayamayanlar ya da kavrayıp da çıkarı gereği susanlar, hâlâ eski düzenin devam ettiğini sanıyor veya öyle olmasını istiyor. Ama şunu anlamak zorundayız: Mesele, bir sistem değişikliği meselesi değil, bir devlet değişikliği meselesidir.
Bugün “Cumhuriyet” kavramı, sadece bir isim olarak varlığını sürdürüyor. Kurucu felsefesi, güçler ayrılığı, hukuk devleti ilkesi, liyakat sistemi, devlet aklı ve kurumsallığı artık yok. De facto olarak, karar alma mekanizmaları, anayasal kurumların yetkileri, devletin işleyiş biçimi kökten değiştirildi. Cumhuriyet’in tüm temel unsurları birer birer ortadan kaldırıldı ama ismi hâlâ duruyor. Bu, bir vitrin değişikliği değil, yapısal bir tasfiye sürecidir.
Şimdi önümüzde yeni bir anayasa süreci var. Amaç belli: De facto olanı, de jure hale getirmek. Yani zaten ortadan kaldırılmış olan Cumhuriyet’i, hukuki olarak da tamamen yok etmek. Yeni anayasa, bu yeni düzenin tescili olacak. Artık mesele, neyi kaybettiğimizi görmek ya da görmemek meselesi değil. Mesele, bu kaybı kabullenip kabullenmeme meselesidir.
Cumhuriyet’in yok oluşunu anlamayanlar için basit bir kıyas yapmak yeterli: 1923’te kurulan devlet ile bugün içinde yaşadığımız devlet aynı mı? Devletin işleyişi, yöneticilerin halka bakışı, hukuk düzeni, vatandaşlık kavramı, eğitim politikası, ekonomi yönetimi, dış politika… Bunların hiçbiri 1923’teki devletin ruhuyla uyuşuyor mu? Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kodları, Atatürk’ün bıraktığı miras hâlâ var mı?
Bunun cevabı çok net: Hayır.
O halde şu soruyu sormalıyız: Cumhuriyet’in içini boşaltanlar ve yeni bir düzen inşa edenler, bunu nasıl başardılar? Cevap yine çok basit: Muhalefetin gafleti, toplumun duyarsızlığı ve herkesin “muhalif gibi yapıp” aslında oyunun bir parçası olması sayesinde.
Bugün birçok kişi, hâlâ eski alışkanlıklarla siyasi analiz yapıyor. Hâlâ “seçimle değişir”, “yeni bir lider çıkar”, “demokratik süreç işler” gibi söylemlerle avunuyor. Ama artık anlamamız gereken bir şey var: Bu düzen, eski kurallarla değiştirilemez. Çünkü bu düzen, kendisini koruyacak yeni kurallar koydu.
Şimdi önümüzde iki yol var:
1. Gerçekle yüzleşip mücadele etmek.
2. Oyuna devam edip, zaten kaybedilmiş bir devleti kurtarma hayaliyle vakit kaybetmek.
Cumhuriyet’in de jure olarak varlığı, ona gerçekten sahip olduğumuz anlamına gelmez. Sahip olduklarını sananlar için kötü haber şu: O devlet, de facto olarak artık yok. Ve çok yakında, de jure olarak da silinecek.
Sorun şu: Buna razı mısınız, değil misiniz?