Ugur Turgut ILGAR

Türkçülük Nedir? – Türkçülüğün Fikrî Çerçevesi Üzerine Bir Değerlendirme

Her fırsatta ve neredeyse her yazıma belki de bu sözle başlıyorum. Çünkü buna ihtiyacımız oldunu düşünüyorum. ‘’Türkçülük, yalnızca bir fikir hareketi değil’’ bir varlık iddiasıdır. Türk milletinin tarih sahnesindeki yürüyüşünü anlamlandıran, onu çağlar boyunca ayakta tutan ve geleceğe yön veren bir ruhun adıdır. Her dönemde farklı biçimlerde ortaya çıkmış olsa da, özü değişmemiştir: Türk milletinin birliği, dili, kültürü ve bağımsızlığı etrafında şekillenen bir fikrî duruştur. Bu yönüyle Türkçülük, bir ideolojiden ziyade, Türk insanının tarih boyunca edindiği şuuru sistemli bir düşünce hâline getirme çabasıdır.

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Giriş

Her fırsatta ve neredeyse her yazıma belki de bu sözle başlıyorum. Çünkü buna ihtiyacımız oldunu düşünüyorum. ‘’Türkçülük, yalnızca bir fikir hareketi değil’’ bir varlık iddiasıdır. Türk milletinin tarih sahnesindeki yürüyüşünü anlamlandıran, onu çağlar boyunca ayakta tutan ve geleceğe yön veren bir ruhun adıdır. Her dönemde farklı biçimlerde ortaya çıkmış olsa da, özü değişmemiştir: Türk milletinin birliği, dili, kültürü ve bağımsızlığı etrafında şekillenen bir fikrî duruştur. Bu yönüyle Türkçülük, bir ideolojiden ziyade, Türk insanının tarih boyunca edindiği şuuru sistemli bir düşünce hâline getirme çabasıdır.

Bu makale, Türkçülüğün fikrî temellerini açıklayan ve aynı zamanda çağımızın bazı yanlış yönelimlerine de işaret eden anlaşılması açısından sade bir üslup ile yazdığım kısa bir bildiridir. Türkçülük, siyasî partilerin, derneklerin ya da vakıfların mülkiyetinde değil; Türk milletinin ruhunda var olan bir fikir, Türk milletini binlerce yıldır ayakta tutan bir karakterdir. Bugün ne yazık ki bazı çevreler, mensubu oldukları kurumları Türkçülüğün merkezi olarak görme eğilimindedir. Oysa Türkçülük, hiçbir yapıya sığmayacak kadar geniş, hiçbir menfaate hizmet etmeyecek kadar asil bir fikir geleneğidir.

I. Türkçülüğün Fikrî Temelleri

Türkçülüğün sistemleşmiş hâli, XIX. yüzyılın sonlarıyla XX. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Ancak kökleri, Orhun Yazıtları’nda ifadesini bulan devlet, millet ve bağımsızlık düşüncesine kadar uzanır. “Üze kök tengri asra yagız yer kılındukda ikin ara kişi oglı kılınmış” diye başlayan satırlar, Türkçülüğün yalnızca modern bir doktrin değil, kadim bir dünya görüşü olduğunu gösterir.

Bu dünya görüşü, Ziya Gökalp’in ellerinde bir sistem kazanmıştır. Gökalp, Türkçülüğü “Türk milletini yükseltmek” ülküsüyle tanımlamış; onu hem sosyolojik hem ahlâkî bir temele oturtmuştur. Ona göre Türkçülük, soyut bir romantizm değildir; bir kültür ve ülkü birliğidir. Gökalp, “Türkçülüğün Esasları”nda, milletin temelini hars (kültür) olarak belirlemiş; bu harsın yaşatılmasıyla Türk milletinin çağdaş dünyada onurlu bir yer edineceğini savunmuştur. Türkçülük, onun düşüncesinde bir yükseliş projesidir.

Hüseyin Nihal Atsız ise Türkçülüğe bir karakter derinliği kazandırmıştır. Atsız’ın Türkçülük anlayışı, bir ahlâk meselesidir. O, “Türkçülük, Türkü sevmekle başlar” derken bir slogan üretmiyordu; bir karakter tanımı yapıyordu. Atsız’a göre Türkçü, yalnızca fikirle değil, yaşayış biçimiyle de Türk’tür. Türkçülük, iç disiplin ister. Bu disiplin; dürüstlüğü, cesareti, feragati ve namusu temel alır. Bu yönüyle Atsız’ın Türkçülüğü, bir fikirden çok bir şahsiyet modelidir.

Zeki Velidi Togan’ın yaklaşımı ise Türkçülüğe tarihî bir bütünlük kazandırmıştır. O, Türk tarihini yalnızca Osmanlı ya da Selçuklu devriyle sınırlamayı reddetmiş; Türk varlığının Asya içlerinden Avrupa içlerine kadar uzanan bir tarihî süreklilik taşıdığını göstermiştir. Togan’a göre Türkçülük, tarih bilinci olmadan eksik kalır. Milletin ruhu, ancak geçmişin bilinmesiyle geleceğe taşınabilir. Onun ilmî metodu, Türkçülüğü romantizmden arındırarak ilmî bir zemine oturtmuştur.

Necdet Sancar ise Türkçülüğü bir “inanç disiplini” olarak yorumlamıştır. Sancar’a göre Türkçülük, kuru bir bilgi yığını değil, bir yaşayış biçimidir. Türkçülük, millî şuurla yaşamak, Türk milletine faydalı olmak ve onun mukadderatına hizmet etmektir. O, Türkçülüğü bir ibadet gibi görürken ve bu minvalde yaşarken, söylediklerini mecazî anlamda değil, bir hayat felsefesi olarak dile getiriyordu. Bu yönüyle Sancar, Türkçülüğü hem zihnî hem vicdanî bir bütünlük içinde ele almıştır.

 

II. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Türkçülüğün Devlet Aklı

Türkçülük, yalnızca bir düşünce akımı olarak kalmamış; devletin kuruluş felsefesinde yerini bulmuştur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türkçülüğü romantik bir söylem olarak değil, aklın, bilimin ve devlet inşasının temeline yerleştirmiştir. “Ne mutlu Türküm diyene” sözü, çoğu zaman bir duygusal ifade olarak algılansa da, aslında bir kimlik inşasının cümlesidir. Atatürk, bu sözle, Türk milletine mensubiyetin hem bir onur hem de bir sorumluluk olduğunu belirtmiştir.

Atatürk’ün Türkçülüğü, kapalı bir milliyetçilik değil, bir öz bilincin yeniden dirilişidir. O, milletin kimliğini tarih, dil, kültür ve medeniyet temellerinde yeniden kurmuştur. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşu, bu fikrî derinliğin kurumsal tezahürleridir. Atatürk, Türk milletinin çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkmasını hedeflerken, bunun ancak Türk kimliğiyle mümkün olacağını bilmekteydi.

Bu nedenle Atatürk Türkçülüğü, bir ideoloji değil, bir devlet aklı olarak önümüze koymuştur. O, Türkçülüğü, toplumu birleştiren, millî iradeyi pekiştiren, bağımsızlığı koruyan bir ilke olarak görmüştür. Cumhuriyet’in temellerinde yatan bu anlayış, Türkçülüğün en olgun biçimidir. Bu yönüyle Atatürk, hem Ziya Gökalp’in sistematize ettiği Türkçülüğü devletin omurgasına yerleştirmiştir, daha sonra Atsız’ın bu omurgaya Tanrı dağlarından üflediği nefesle ruh vermiştir.

III. Bağımsız Türkçülük ve Günümüzün Dar Kalıpları

Bugün Türkçülüğün en büyük problemi, fikrî derinlikten ziyade aidiyet krizidir. Türkçülük adına kurulan dernekler, vakıflar ve çeşitli yapılar, zamanla kendi varlıklarını Türkçülüğün önüne koymaya başlamıştır. Bir kurumda bulunmanın, o kişiyi Türkçü kılacağı zannedilmektedir. Oysa Türkçülük, bir tabelenin veya dernek kartının değil, bir fikrî duruşun adıdır.

Bağımsız Türkçülük, Türkçülüğün asli biçimidir. Türkçü, hiçbir partinin, hiçbir grubun memuru değildir. O, Türk milletine mensuptur; sadakatini de yalnızca Türk milletine sunar. Ne var ki günümüzde bazı yapılar, siyasî iktidarların gölgesine sığınarak Türkçülüğü araçsallaştırmaktadır. Bu, Türkçülüğün değil, Türkçü kisvesi altındaki menfaat çevrelerinin tercihidir.

Bir kurumun içinde Türkçülük yapılabilir; fakat o kurumun kendisi Türkçülüğün merkezi olamaz. Türkçülük, bir kişinin ya da grubun mülkiyetine indirgenemez. Ziya Gökalp’in de ifade ettiği gibi, Türkçülük “bir harsın ihyası”dır; bu ihya, yalnızca hür bir fikir ortamında mümkündür. Bağımlı Türkçülük, fikrî üretimi durdurur, eleştirel düşünceyi köreltir ve en nihayetinde Türkçülüğü bir kimlikten çok bir etiket hâline getirir.

Türkçülüğün siyaset üstü bir fikir olması, onun hayattan kopuk olduğu anlamına gelmez. Bilakis, Türkçü kişi, siyasetin ötesinde milletin menfaatini gözeten bir akıl temsilcisidir. Bugün yapılması gereken, Türkçülüğü kurumsal çekişmelerin ötesinde yeniden düşünmektir. Çünkü Türkçülük, “bizimkiler” ve “onlarınkiler” arasında bölünecek bir düşünce değil, Türk milletinin tamamını kapsayan bir ülküdür.

IV. Türkçülüğün Fikrî İstikameti

Türkçülüğün geleceği, geçmişteki fikir mirasını çağın şartlarına uyarlayabilmekten geçer. Ziya Gökalp’in ilmî yönü, Atsız’ın ahlâkî titizliği, Togan’ın tarih bilinci ve Sancar’ın iç disiplini, Akçura’nın devlet adamlığı, Yurdakul’un, Namık Kemal’in sadakati bir araya geldiğinde Türkçülük, çağdaş dünyada yeniden bir yön belirleyebilir. Bugün Türkçülüğün ihtiyacı olan şey, slogan değil; derinliktir. Türkçülüğü yaşatan, fikir üretimidir; eleştirel düşüncedir; medeniyet tasavvurudur.

Türkçülük, bir kapalı kimlik siyaseti değil, bir medeniyet inşasıdır. Türk milletini yüceltmek, onu çağın ötesine taşımak, sadece hamasetle değil, bilgi, bilim, kültür ve sanatla mümkündür. Türkçülük, bu alanlarda üretken olabildiği ölçüde yaşar. Türkçü, düşünür, araştırır, üretir; çünkü bilir ki Türk milletinin kaderi, kendi gayretiyle şekillenir.

Bugün Türkçülüğü yeniden anlamlandırmak, onu dar örgütçü reflekslerden kurtarıp fikrî özgürlüğüne kavuşturmak, her Türkçü’nün görevidir. Türkçülük, yalnızca bir dönemin tepkisi değil, bir milletin varlık bilincidir. Bu bilinç, ne iktidarlardan beslenir ne de muhalefetlere sığınır. Türkçülük, kendi öz kaynağından, yani Türk milletinin tarihî ve kültürel varlığından doğar.

Sonuç

Türkçülük, bir kimlik değil; bir sorumluluktur. Bu sorumluluk, Türk milletinin geçmişini bilmek, bugününü anlamak ve yarınını kurmak demektir. Ziya Gökalp’in ilmiyle, Atsız’ın ahlâkıyla, Togan’ın tarih bilinciyle, Sancar’ın disipliniyle ve Atatürk’ün devlet aklıyla birleşen bir Türkçülük anlayışı, geleceğin sağlam temeli olacaktır.

Bugün Türkçülüğün önündeki en büyük engel, dar grup taassubudur. Türkçülük, bu dar kalıplardan sıyrıldığı ölçüde yeniden doğacaktır. Çünkü Türkçülük, bir zümrenin değil, bir milletin davasıdır.

Türkçülük, bir hedef değil; bir yürüyüştür. Bu yürüyüş, Türk milletinin varlık yürüyüşüdür.

 

Referans Notları

Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları

Hüseyin Nihal Atsız, Türk Ülküsü

Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş

Necdet Sancar, Türkçülük Üzerine Yazıları

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk

Orhun Abideleri, Kül Tigin Yazıtı.

Türkçülük Nedir? – Türkçülüğün Fikrî Çerçevesi Üzerine Bir Değerlendirme

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Börü Budun ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!