Küçükken örümcek ağına takılan bir avı seyrettiğimde bir yandan korkar bir yandan da ağdaki en küçük titreşimin bile, ağın sahibi örümceğe, avının, yerini haber vermesini şaşkınlıkla izlerdim. İpekten iplikler zamanın arasında uzanırken ve en küçük dokunuş bile asırlar boyunca yankılanan titreşimler yaratıyorken…zamanda Tanrı’nın ebedi ağı olamaz mı? Zaman, insanların Tanrı olarak gördüğü birçok şeydir. Öncesi vardır, sonu yoktur. Tüm gücün sahibinin zaman olduğu düşünülür. Çünkü hiçbir şey zamana karşı koyamaz. Ne dağlar Ne ordular Ne’de Firavunlar…Bir şeye yeterli zaman verirsen icabına bakabilir. Tüm acılar diner, bütün zorluklar kolaylaşır, bütün kayıplar atlatılır. (Replik alıntı)
Eğer zaman Tanrı’ya benzer bir şeyse, sanırım hafıza (geçmiş) evrenin şeytanı ve her şey bir yerden gelip kaldığı yerden başlamanın yüksek planında ise ‘‘ilerlemek’’ mecburi bir yasa olmalı. Buna göre ilerlemenin tek yasası olan İlimin/bilimin diğer ilimden üstünlüğü olmamalı ve üstünlük ilimin hizmet ettiği yerde başlamalı…
İlime hizmet etmek ve ilmin yerini bilmek deyince ilk Atatürk gelir aklıma.
…ve bu konuda Ata’mız der ki;
“Millet ve memleketin sayesinde kazanılan rütbe ve refahın bir önemi, bir kutsallığı vardır. Biz bunlardan, ancak yine bu aziz millet ve memlekete borçlu olduğumuz son bir namus görevini yapmak için ayrıldık. (Geçmiş…) Milletin kendi yaşamını kurtarmak, kendi meşru hakkını savunmak için çıkardığı sese katılmak, her kendini bilen vatandaşın görevidir. (Gelecek…) Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa genel şerefsizliğin yıkıntısı altında, şunun bunun kişisel şerefi de parça parça olur. (İlericilik…) Biz, o genel şerefi kurtarabilmek için harekete gelen millete ruhumuzla katıldık. (Akıl…) Katılmamıza engel olabilecek kişisel rütbeleri, makamları da genel şerefi kurtarmaya yönelik bir amaç uğruna feda ettik. (Tanrının ağı ve Amaç/İlim…)” Gazi Mustafa Kemal Atatürk- 1919 (Atatürk’ün S.D.III, s. 6)
Konumuz zamana hizmet etmek ise ve zaman Tanrı ise; zamana hizmet desturunun günümüz efendilerine düşen görevi adına ‘‘naçizane’’ birkaç kelam etmek istedim.
İnsan güç ihtirasıyla savaş arzulayan bir yaratımdır ve her savaş bir anlamda güçlü çıkma ihtimalinin barış arzusudur. Ve bu barışın haklı çıkanlarına Ulus aklı derim. Ulusal aklın bütünlüğünü insanın ve evrenin bütünlüğüne benzetirim. Potansiyelinde savrulan insanı ise, o bütünlüğü parçalamak isteyen ve bu yanlış potansiyel ile içkin ihtirasına kapılıp, kendini ve hayatın tüm olası güzelliklerini eliyle parçalayan o ‘‘öldürmenin çokluğu ile yücelmiş’’ yanlış tarihi kahramanlara…
Ülke/Ulus kuruluş değerlerinde ulusal alanda yer alan ve kabul gören hukuki bir gerçekliktir. İnsanın egemenlik hikayesi Ülkesinin alın terine ya da akıttığı kana bağlıdır. Atatürk yüzyılı (günümüz) ilk ilkeden yana olan kurtuluşun kuruluşudur.
Dünyada eşi benzeri olmayan bir güçte, tam 6 devlete karşı kurtuluş mücadelesi veren Türkiye Cumhuriyeti’ de 1924’te Lozan Barış antlaşması ile halkların egemenliğine örnek bir kuruluş ile irade sergilemiştir. Bu özelliği ile tüm devletlere örnek Anayasa ile İnkılaplar süreci başlatmıştır. Bu değerler ile övünmek bir yana, 1938’den bugüne her iktidar, siyasi sürecinde karşı devrim sistemi ile halkın haklarına ve ülke çıkarlarına ters ya da yanlış birçok yasaya imza atmıştır.
Dünden bugüne, iktidarlar ve meclis 1924-1938 Kurtuluşun Kuruluşu ve sosyal devlet aklı ile karar vermeliydi ama yapamadı/yapmadı, halkın egemen yaşam haklarını ellerinden almak bir yana dursun, emeklilik, sosyal yaşam hakkı, edinme hakkı, nesillerin gelişme ve ilerleme hakkı gibi birçok değeri kendi milli şuuru dahilinde yaşatacak inkılapları -tartışmasız- benimsemeliydiler ama benimseyemediler/benimsemediler, tüm kurucu inkılapların asıl amacı olan ilerleme, gelişme ve büyüme esasları her alanda, dünden yarına, yarından sonsuza olarak değerlendirilmeliydi, değerlendirilemedi/değerlendirilmedi.
Bu nedenle bugünün efendilerine, son kez, seslenmek lazım gelir diye düşünüyorum.
Buna göre; Anda başlatılması gereken yegâne değer, 1939 yılından bu yana yapılan her ticari, siyasi ve askeri anlaşmalar, tek tek incelenmeli ve anlaşmalar tekrar gözden geçirilerek vatan bilincine uygun olmayan hallerden derhal çıkılmalıdır.
1924-38 Kuruluş ilkelerimiz, ilerlemesi mutlak olan iradedir ve başka bir kuruluş dönemini halk iradesi tanınmayacağı açıkça beyan edilmelidir. Bu hak, yasalar ile sabit olup, savcılarımızın gözetimi, halkın mutlak iradesi ve denetimi altında olduğu unutulmamalı ve unutturulmamalıdır.
Reformlar ya da yasalar ile kısa dönemde karşımıza çıkacak olan, genişletilmiş yerel yönetimler yasası, genelde ise meclisin mutlak hakimiyetinin olduğu irade, yasaya bağlı ilkeler ile Türk aklına yakışır değerlere bürünmeli ve başka emellerde fırsat aratılmamalı ve aranmaması gerektiği beyan edilmelidir. Kamutaycı Meclis kurucu halk adına tek irade olarak, karar verici ve kuvvetler birliği ile denetleyici unsuru koruma altına almalı/aldırmalıdır.
Her anlamda kutsal vatanımızın düzen, intizam, huzuru, refahı ve önce ulusal çıkarları, kuruluş yasalarımızca tartışılmaz güvence altında olduğunu halkımız anlamalı ve bu bilinçle birlik içinde hareket etmeleri gerekliliği en üst seviyede gözetilmeli/gözettirilmelidir.
Tartışmasız Türk aklı ile kurulan Kurucu Hükumet döneminde, Kurucu değer ile meclis çalışmaları gereği İktidar ve Muhalefetin mutabakat olarak imzaladığı ve taahhüt altına aldığı, kurucu halkın kan ile kazanılmış mutlak haklarını gözeten yasalar, bugünün iradesine hatırlatılmalıdır.
Türk milletinin haklı refah mücadelesi derhal gözetilmeli/gözettirilmelidir. Aksi hali ile önümüze getirilecek olan cebir yasaları sonrası, halkın haklı hak arayışı her iradenin üzerinde yer alacağı önemsenmeli ve bu düşüncede düşünce yaratılmalıdır.
Buna göre, Erken Gören Kurtulur, Göremeyen Kaçarsa Kurtulur, Işığı Güneş sanan Yanar…
Işılda ama yanma kültüründen gelen Türk’ün tüm zamanlar yolculuğunda ki mutlak idrakine yüksek saygılarımla;
Simge ERCİYAS