Giriş
İkinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenen dünya düzeninde, iki kutuplu sistemin rekabeti, tüm dünyaya olduğu gibi kısa sürede Orta Doğu’ya da yansıdı. Bu rekabet geçmiş politik araçların tekrar hatırlanmasına neden oldu ve SSCB tarafından boşaltılan İran’da “Mahabat Kürt Cumhuriyeti” kuruldu1. İki kutuplu dünyada “Kürt” kartı da ikili nitelik kazandı. Mesut Barzani liderliğinde “sağ” hareket ABD – İran – İsrail ekseninden destek almış, Celal Talabani liderliğindeki “sol” ise zaman zaman kesintiye uğramakla birlikte SSCB – Suriye – Irak (Irak’ın yer aldığı kamp bazen değişiklik göstermiştir) ekseninde yer almıştır. Bu bağlamda, Türkiye’deki bölücü Kürtçülük hareketi siyaseten iki farklı yol izlemiştir. Birincisi Barzani referanslı sağ Kürt hareketi, ikincisi ise 1960 sonrası Türkiye’deki sosyalist hareket içinden çıkan sol Kürt hareketidir.
Her iki hareketin Türkiye’deki liderlerinin birbirleriyle giriştikleri rekabette hayatlarını kaybetmeleri neticesinde doğan boşluktan bölücü Kürtçü terör örgütü PKK ortaya çıktı. Sovyetlerin Orta Doğu’da ABD’ye karşı denge kurma çabaları ile bölücü Kürtçü terör örgütü PKK’nın kurulması ve Öcalan’ın sivrilişi eş zamanlıdır. 1982 yılından sonra PKK’yı Suriye ve 1986’dan sonra Saddam Hüseyin (İran-Irak Savaşı’nda bilgi toplamak için) desteklemiştir. Sovyet desteği ise 1988’de İran-Irak Savaşı’nı müteakip başladı. Öcalan’ın rahatlıkla Suriye’ye gitmeye karar vermesi yanında o dönemde Şam’da TASS haber Ajansı görevlisi olarak KGB faaliyetlerini koordine eden ve daha sonraki yıllarda Dışişleri Bakanı olan Yevgeney Primakov, PKK ile de yakın ilişki içindedir. Keza PKK Marksist-Leninist ideolojiyi benimsemiş ve solcu örgütleri örnek almıştır. Bununla beraber amaç sosyalist enternasyonal değil bağımsız Kürt devleti kurmaktır.
Suriye rejimi Öcalan’ı Soğuk Savaş çerçevesi içinde Türkiye’ye karşı güneyde Hatay ve mümkün olursa Fırat Nehri sularının paylaşılması yolundaki milli hedeflerinin gerçekleşmesinde kullanılacak faydalı bir aparat olarak görmüşlerdi2. Öcalan’ın Suriye’ye geçişini sağlayan Celal Talabani, KGB Bölge Şefi Anthony Primakov ve Şam rejimi, bu aşamada onu Orta Doğu’nun en radikal grupları olan FKÖ’lü gerillâ gruplarından George Habbaş, Nayif Havatme ve Ahmet Cibril ile buluşturmuş ve PKK’lıların eğitilmelerini sağlamışlardır3.
ABD’den koparak Suriye ile ittifak kuran İran yönetimi, bölücü Kürtçü terör örgütü PKK’yı savaş hâlinde bulunduğu Irak’ın kuzeyine taşırken Türkiye’de bir güvenlik sorunu yaratıp Irak’taki gelişmelerin dışında tutmayı ve Türkiye’yi ABD ile ilişkilerinden dolayı cezalandırmayı amaçlamıştır. Bu bağlamda Suriye ve İran, “ortak düşman” kabul ettikleri ABD ve onun bölgedeki müttefikleri olan Türkiye ve İsrail’e yönelik “vekâleten savaş”ı gerçekleştirmiş oluyorlardı. Bu denklemin Avrupa ayağını ise 1981 yılında Yunanistan’da iktidara gelen PASOK önderliğindeki Yunan Hükümeti üstlenmiş, PKK ilk temsilcisini Yunanistan’a atamıştır4.
Bölücü Kürtçü Terör Örgütüne Destek Sağlayanlar
Terör örgütüne değişik alanlarda destek sağlayan ülkeleri iki ana grupta değerlendirmek mümkündür. Birinci grupta bulunan ülkeler; terör örgütüne açık veya gizli, direkt ya da dolaylı her türlü desteği sağlayan devletlerdir. Zaman içinde ilişkilerin gelişmesine bağlı olarak göreceli olarak değişse de bu devletlerin başlıcaları; Suriye, Yunanistan, GKRY, Rusya Federasyonu, İran, Ermenistan, Irak, Lübnan ve Libya idi. Bu ülkeler; eğitim kampları tahsis etme, sahte kimlik sağlama, finansman temin etme, örgüt evi tahsis etme, havayolu ile geçişlerde kolaylık, tedavi, silah ve mühimmat yardımı gibi aktif destekler sağlamışlardır. İkinci grupta bulunan ülkeler ise, PKK’yı terörist olarak nitelemekle birlikte örgütün paravan kuruluşlarına geniş müsamaha göstererek özellikle kendi ülkelerinde varlıklarını sürdürmelerine ve faaliyetlerine destek veren ülkelerdir. Bu ülkeler; Almanya, Fransa, İngiltere, Avusturya, ABD, Finlandiya, Norveç, Danimarka, İsveç, Hollanda, Belçika, İsviçre, İspanya, İtalya, Bulgaristan ve Romanya şeklinde sıralamak mümkündür. İkinci grupta yer alan ülkeler aynı zamanda BKTÖ’ne siyasal, propaganda, lojistik, istihbarat, eleman kazandırma ve uluslararası kamuoyu sağlama noktasında da destek veren ülkelerdir5.
Özetle, bölücü Kürtçü terör örgütü PKK, 1984’den 1988’e kadar SSCB’nin Bulgaristan üzerinden arka planda desteklemesi ile İran ve Suriye adına Türkiye’ye karşı savaşmıştır. 1987’de Türkiye’nin AB üyeliği için başvuru yapması üzerine başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri “PKK-Kürt kartına” oynamaya başlamışlar ve İran-Suriye ittifakına katılmışlardır6. 1991’den sonra PKK’nın Türkiye’ye karşı savaşı “AB-Suriye-İran” adına sürdürülen vekâleten savaşa dönüşmüştür. 1987’de Türkiye’nin AB’ye başvurusu ise Almanya’nın Türkiye aleyhine çalışma ve PKK’yı destekleme politikasını tetiklemiştir7.
1990’lı yıllarda AB üyesi ülkelerin PKK’ya yönelik siyasi ve ekonomik desteği görünür hale gelmiştir. Ele geçen teröristler içinde Alman asıllı mühendisler, şehir planlamacıları bulunmuş; PKK’nın mayınlarının İtalyan olduğu anlaşılmıştır. 1990’larda Türkistan ve Kafkasya’da bir Türk-Rus rekabeti algılayan Moskova da PKK’yı kullanmıştır. 2003 sonrasında da PKK, Irak’a yerleşen ABD’nin dolaylı-dolaysız denetiminde bir terör sürecinin içinde8 yer almıştır. Artık Kürt kartı ve terör baskısı sadece Türkiye’ye karşı değil Suriye ve İran’a karşı da kullanılmaktadır. 2011 Suriye İç Savaşı ile birlikte Suriye’de yer alan Rusya Federasyonu, bölücü Kürtçü terör örgütünü batı ittifakı içerisinde yer alan Türkiye’ye karşı bir aparat olarak kullanmakta; ABD ise bölücü Kürtçü terör örgütü ile Türkiye’yi “barıştırmaya” çalışmaktadır9.
Örgütün Finans Kaynakları
Bölücü Kürtçü terör örgütü PKK, başta uyuşturucu kaçakçılığı olmak üzere insan, sigara, akaryakıt ve silah kaçakçılığı, haraç toplama, sahtecilik ve kara para aklama gibi yasa dışı faaliyetlerden elde ettiği yıllık gelirin yaklaşık 400-500 milyon Euro civarında olduğu tahmin edilmektedir10. Genelkurmay Başkanlığı verilerine göre; yıllık geliri 500 milyon dolar olan PKK, 200-250 milyon Euro’yu uyuşturucudan, 100-150 milyon Euro’yu kaçakçılıktan, 15-20 milyon Euro’yu toplanan yardımlardan ve 20-25 milyon Euro’yu da diğer faaliyetlerden sağlamaktadır. Avrupa genelinde haraçlardan ve uyuşturucudan elde edilen gelirin neredeyse 500 milyon €’ya denk geldiği, sadece Almanya’da 14 Binin üzerinde militanı olduğu EUROPOL ve Alman İç İstihbarat Servisi raporlarında belirtilmektedir. Bölücü Kürtçü terör örgütü PKK ve Irak, Suriye, İran uzantılarının finans kaynaklarını aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz;
Uyuşturucu kaçakçılığı: Türkiye, uyuşturucu üreten ülkeler ile pazar ülkeler arasında adeta bir köprü gibidir. PKK terör örgütü uyuşturucu kaçakçılığı kapsamında kaynağından madde temini, kaçakçılığı ve dağıtımını yapmaktadır. Önceleri sadece sevkiyatından pay alırken yüksek karlılık nedeni ile dağıtımı işine de girmiştir. Örgüt, aynı zamanda yandaşı olan uyuşturucu kaçakçılarından ve eroin kaçakçılığı yapan örgütlerden ‘vergi’ adı altında para almaktadır. Terör örgütü uyuşturucu kaçakçılığından yılda 200-250 milyon Euro gelir elde etmekte olup, Avrupa’daki uyuşturucu ticaretinin yaklaşık %80’ini kontrol etmektedir11. Afganistan’da üretilen uyuşturucunun Batı pazarına ulaştırılmasında PKK terör örgütü önemli bir rol oynamaktadır12. Uyuşturucu kaçakçılığından terör örgütü PKK’nın sadece 1990 yılındaki payı 300-400 milyon dolardır ve bu rakam günümüze kadar gittikçe artmıştır13. PKK’nın Avrupa’ya varan uyuşturucuyu tüketicilere ulaştırmak için kullandığı yol ise siyasi amaçlı dernekler ve deşifre olmamış militanlardır.
Haraç toplama; Esnaflardan haraç almak da en sık görülen yöntemdir. Yurt dışında çeşitli yasadışı faaliyetleri bulunan PKK ve bu ülkelerdeki Türk şirketlerden haraç toplamaktadır. PKK, Romanya’daki 4 binin üzerindeki kayıtlı şirketin yaklaşık yüzde 90’ından haraç alırken, Avrupa’ya transit geçiş yapan Türk TIR şoförlerinden psikolojik baskı ve tehdit ile para toplamaktadır. Özellikle Bükreş çevre yolundan geçen TIR şoförlerinden bu yolla para alan bölücü terör örgütünün Romanya’da, Mezopotamya Kültür Derneği ve Şark İş adamları Derneği adı altında legal olarak faaliyet gösterdiği; insan, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı konularında yasadışı yollara başvurduğu bilinmektedir. Sadece İngiltere’de 2003’te 8 milyon sterlin toplayan PKK’nın tüm Avrupa genelinde yıllık topladığı haraç ve bağışların toplamının 50 milyon Euro’ya yaklaşmıştır.
Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti; PKK terör örgütü zaman zaman yüksek paralar karşılığında insan ticareti yapan örgütlere katkı sağlamış, bazen de büyük kar nedeniyle bu işi kendi düzenlemiştir. Örgütün Orta Doğu ülkelerinden Batı Avrupa ülkelerine kadar uzanan bir teşkilat yapısı mevcut ve çeşitli örgütlerden de aktif şekilde faydalanmaktadır. Ancak, uluslararası iş birliği nedeni ile son yıllarda Türkiye üzerinden insan kaçakçılığı azalmıştır. Avrupa’ya kaçışlarda üs olarak kullanılan Romanya’da uyuşturucunun yanında insan kaçakçılığı en çok yapılan iştir. Romanya’nın geniş düzlükleri, Bulgaristan üzerinden kolay geçiş yapılabilmesi bu ülkeyi Kürt mafyası için önemli kılmaktadır.
Akaryakıt kaçakçılığı; Akaryakıttaki yüksek vergi oranı bu alanda kaçakçılığı cazip kılmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da büyük hacimli depo kullanan TIR ve kamyonlar ile yapılan kaçakçılık yanında sınırın diğer tarafına geçen araçlardan dönüşlerde vergi adı altında ‘haraç’ alınması da bir gelir kaynağıdır.
Silah kaçakçılığı; PKK terör örgütü için silah temini zor olmamıştır. Körfez Savaşı ve Irak harekâtı sonrasında Irak’ın kuzeyinde Irak ordusundan çok büyük miktarlarda silah ele geçirmiştir. Bu miktar o kadar fazla idi ki bir paket sigara karşılığı bir adet Kalaşnikof tüfek alınabilmekteydi. Örgüt bölgedeki silah kaçakçılığını da yönetmektedir. Sigara kaçakçılığı; Türkiye’ye kaçak ürünler Suriye, İran ve Irak üzerinden ‘sırtçılık’ yoluyla gelmiştir. Türkiye’de 200 binden fazla sigara bayii olması ancak denetim için yeterli personel olmaması nedeni ile kaçakçılık için uygun bir ortam bulunmaktadır14.
Gasp, soygun ve hırsızlık; Bankalar, bankaların para taşıma araçları, yüksek miktarda nakit para ile çalışan iş yerleri, döviz büroları, benzin istasyonları gibi yerler teröristler için ideal hedeftir. Ancak gelişen güvenlik teknolojileri (kamera ve alarm sistemleri vb.) ve emniyet teşkilatının yakalama konusunda uzmanlığı son yıllarda bu yöntemlere başvurulmasında caydırıcı olmaktadır.
Adam kaçırma, fidye ve haraç: PKK terör örgütünün halkı vergilendirme kararı 1986 yılındaki 3. Kongresi’nde alınmıştır. Bölgeye yapılan yatırımlardan sözleşme ederinin %30’una kadar, hayvan kaçakçılarından sürünün %3’ü kadar vergi alınıyordu. 2000 yılında Almanya genelinde toplanan para 20 milyon €’dur.
Evrakta Sahtecilik; PKK terör örgütü illegal yollardan Türkiye’yi terk ederek iltica etmek isteyenler için gerekli evrakları çok yüksek meblağlar karşılığı hazırlamaktadır. Ayrıca kimlik ve pasaport gibi evraklarda tahrifat yapmaktadır.
Para aklama; Şubat 2007’de OECD Mali Eylem Görev Gücü’nü (FATF) hazırladığı Türkiye Raporu’na göre Türkiye’de ele alınan davalar çerçevesinde aklanan kara paranın 1,7 milyar doları geçtiği ifade edilmektedir15. Rapora göre; kara paranın %21’i para transferi ve diğer bankacılık işlemleri, %14’ü ticari işlemler ve muhasebe kayıtları, %13’ü gayrimenkul satın alma, %4’ü yurtdışına fiziksel transfer, %3’ü dış ticari işlemler, tabela şirket kurma, sahte belge ve faturalar kullanılarak aklanmaktadır. PKK, yasadışı kazançlarını MED-TV’nin yanı sıra Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki uydurma bir finans şirketi aracılığıyla aklamaya çalışmıştır. Kanadalı iş adamı, 1996 başında Kıbrıs Rum Kesimi’nden getirmeye çalıştığı 13 milyon DM ve 5 milyon İsviçre Frangı’nı FATF üyesi Lüksemburg’daki Banque Continentale’da aklamaya çalışınca yakayı ele vermişti. Lüksemburg Polisi, kara paranın kaynağı konusunda yaptığı incelemede, söz konusu paranın Avusturyalı bir iş adamı tarafından Kıbrıs Rum Kesimi’ne getirildiğini öğrenmişti.
Uluslararası Terörizm, Terör Örgütleri Arasındaki İşbirliği
Uluslararası terörizmin, BM Uluslararası Terörizm Komitesi‘ne göre tanımı şöyledir: Uluslararası boyutları da bulunan bir uzlaşmazlığın üzerine, bu uzlaşmazlığın arzu edilen yönde gelişimini sağlamak amacıyla bir üçüncü devletin sınırları dâhilinde bir yabancının kendi uyruğunda bulunmayan bir başkasına uyguladığı şiddet ve baskıdır16. Bir başka tanımda ise, uluslararası terörizm: terörizm eğer; (1) Yabancılara veya yabancılara ait hedeflere yöneltilirse, (2) Hükümetler veya birden fazla devletin beslediği, desteklediği unsurlarca yapılırsa, (3) Bir yabancı hükümetin veya uluslararası örgütlerin siyasetlerini etkilemek için yapılırsa, uluslararası nitelik kazanır17.
Yabancı unsurun bir şekilde irtibatlı olmadığı bir terörün günümüz koşullarında yaşamasının düşünülemeyeceği kabul edilmelidir. Başka bir ifadeyle, her terör eyleminde, oranları değişse bile, iç ve dış dinamikler birlikte yer alır. Terörizm, günümüzde, büyük mali kaynakları gerektiren, uluslararası bağlantıları içeren, istihbarat paylaşımı yapılan uluslararası bir ticari faaliyet koluna dönüşmüştür. Uluslararası bağlamda, dış ülkelerin desteğinden yoksun terör odakları varlıklarını koruyamamaktadırlar. Günümüz terör örgütleri üç ayrı seviyede faaliyet göstermeye başladılar; tek bir ülke içinde, bölgesel ve nihayet ulus aşan veya küresel seviye. Bu üç seviye birbiri ile iki şekilde irtibat kurmaktadır18; (1) İstihbarat, personel, uzmanlık, kaynak ve emniyetli bölgeler sağlamak için doğrudan paylaşım. (2) Aynı ideolojik gündemi yaratmak ve istenen uluslararası imajı sağlamak için doğrudan olmayan destek sağlama.
Teröre uluslararası nitelik kazandıran bir diğer konu da, terör örgütlerinin devlet desteği elde etmeleri ve eylemlerini faaliyet gösterdikleri ülkelerin sınırları dışına taşımaları ve hatta başka ülkelerdeki terör örgütleri ile eğitim, barınma başta olmak üzere işbirliğine gitmeleridir. 21. yüzyılın başındaki mevcut durum terör örgütlerine aşağıdaki imkânları sağlamaktadır19; (1) Devlet yapılarından çözülme ve “otonom yüzer-gezer” konuma geçme terör örgütleri için büyük bir manevra özgürlüğü sağlamaktadır. (2) Bu örgütlerin finansal yeterliliğe sahip olmaları faaliyet alanlarını genişletmektedir. (3) Her türlü sınırı aşmayı sağlayan enformasyon akımını kendi amaçları için kullanmaktadırlar. (4) Gittikçe daha küçük boyutlu silah üretimi, bakteriyolojik ve kimyasal silah üretiminin kolaylaşması teröristler için kitle imha silahlarına ulaşımı kolay erişilir hale getirmektedir.
Temelde terörizm zayıf olanın kullandığı veya kullanmak zorunda kaldığı bir araç olmakla birlikte bu yöntemin büyük güçlerce de hem para, hem insan maliyeti açısından daha avantajlı ve tercih edilir olduğu gerçektir. Bu nedenle terörist grupların 21. yüzyılda da her türlü hukuki yasaklamaya ve devletlerarası düzenlemelere rağmen bir aktör olma konumunu sürdürmeleri ve bazen birer araç, bazen de birer aktör olarak küresel düzeyde sürdürülen güç mücadelesinin içinde olmaları beklenmelidir. Küresel terörizmin devamını sağlayan faktörler şu şekilde sıralanmaktadır20;
(1) Dünyadaki modern koşullar (siyasal bölünmeler, istikrarsız rejimler) terörist taktiklere başvurmayı teşvik etmektedir.
(2) Dünyada daha küçük, hafif, taşınabilir, etkili ve daha ucuz silahlara doğru bir eğilim bulunmaktadır.
(3) Modern endüstriyel toplum çok karmaşık ve bütünleşmiş durumda olduğu gibi, hassas teknolojisi de çökmelere ve başarısızlıklara karşı çok duyarlı görünmektedir.
(4) Göreceli olarak sürdürülmesi çok daha kolay olduğu için terörizm demokratik ve özgür toplumlarda daha çok görülmektedir.
(5) Devlet destekli terörizm zayıf devletlerce bundan sonra daha da fazla kullanılır hale gelerek, düzenli ordular karşısında amaca ulaşmada tek yöntem halini alabilir. (Asimetrik tehdit)
(6) Terörizmin; teröristlere statü, saygınlık, örgütlenme ve para sağlaması nedeni ile kısa zamanda sona ermesi çok olası görünmemektedir.
El Kaide, ABD ve müttefiklerine karşı en önemli tehdidi oluşturmakla beraber El Kaide ile bağlantılı ya da bağlantısız diğer gruplarda -Madrid tren seferine yapılan saldırıyı üslenen Sünni aşırı akım vb., önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Pakistan’daki Terörist gruplar ABD unsurlarını hedeflemeye devam etmektedir. Suudi Arabistan’da El Kaide’nin kalan ağı tüm bölgede fırsat bulduğu Amerikan hedeflerine saldırmaktadır. Merkezi Asya’da “İslamcı Cihat Grubu” ile Özbekistan’da kadın intihar savaşçıları kullanan “Özbek İslamcı Hareketi”nin hedefi yerel hükümetler ve Amerikalılardır. Güney Doğu Asya’da; Endonezya ve Filipinlerde “Ebu Seyyah Grubu” ile işbirliği yapan “İslam Cemaati Grubu” Amerikalılar ve diğer Batlıları hedef almaktadır. Ayrıca Avrupa’da aşırı İslamcı kesimler -İngiltere’de tren saldırılarını yapan El Kaide hücresi gibi, ABD ve Batılı hedeflere saldırı planları yapmaktadır.
Uluslararası Mücadele Mümkün mü?
Uluslararası ilişkisi çözülmeden teröre karşı alınan önlemler yetersiz kalmaktadır. Uluslararası önlemlerin başarısı, terörizme karşı mücadelede kesin çözüm için vazgeçilmez değer kazanmıştır. Bazı devletler; faydalandıkları veya umdukları düşük yoğunluktaki çatışmaları (yaygın terör hareketlerini) ve ulusal kurtuluş mücadelelerini uluslararası terörizmin tanımı dışında tutmaktadır. Hangi ülkelerin teröre destek verdiği kararları alınırken siyasi kararlar etkili olmaktadır. Uluslararası terörü; devletlerarası arenada kabul edilmiş olan ve devam eden normlar, diplomatik kaideler ve savaş kurallarına aykırı olarak konan, belli bir ülkenin sınırları ile sınırlanmayan ve muhatap devletlerin politikalarına yönelik sonuçlar doğurmaya çalışan, şiddet hareketleri ve gösterileri şeklinde ifade etmek mümkündür.
Terör hızla uluslararası yaygınlık eğilimi göstermektedir. Günümüzün ulaştırma ve iletişim olanakları (internet ortamı-sosyal medya) ile terörü tek bir ülkeye hapsetmek artık mümkün değildir. Terörün uluslararası yaygınlaşma yeteneği ve özelliği yanında, yaygınlaşmaya zorlayan, kolaylaştıran sebepler, yeni gelişmelerin işaretlerini vermektedir. Bunlar: konvansiyonel savaşın yapılamaması; şiddetlenen rekabetler; ulaştırma ve iletişimde gelişme; teknik gelişmeler, horlatılan emperyalizmdir21.
Uluslararası terör örgütlerinin değişen imkân ve kabiliyetlerine göre gelecekteki olası faaliyetlerini aşağıdaki başlıklar altında toplamak mümkündür.
– Etnik ve ulusal kurtuluş hareketlerine dayalı terörizm artabilir.
– NBC silahlarından faydalanma imkânı bulan gruplar, kitle imhasına yönelik terör eylemleri yapabilirler.
– Hareket noktasını radikal dini akımların teşkil ettiği terörist gruplar ve faaliyetleri artabilir.
– Elektronik-dijital-yapay zekâ terörizm uygulamaları gelişebilir.
– Narko terörizm faaliyetleri organize suç örgütleriyle ilişkiler artabilir.
-Herhangi bir örgüte bağlı olmayan sistem karşıtı bireyler teknolojiden istifade ile siyasal eylemlerde bulunabilirler.
-Açık kapı politikası ile Suriye başta olmak üzere çatışma bölgelerinden alınan sığınmacı/kaçakların kuracakları organize suç örgütleri olarak terör örgütleriyle koordineli kolektif eylemlere girişme ve işbirliğinin artacak olması.
-Eskiden teröristler siyasal amaçlara ulaşmak için öldürücü silahlar kullanan fırsatçılarken önümüzdeki yılların; tahrip gücü daha yüksek silahların, iyi organize olmuş teröristlerce kullanılacağı süper terör çağı olma olasılığı yüksektir.
-Bilim ve teknolojideki gelişmeler, modern toplumun tümünü kapsadığından (çatışmaya dâhil olmasalar dahi), hiçbir kesimine başkalık tanımadan onları terörizmin potansiyel kurbanları haline dönüştürmektedir.
Uluslararası terörizm, niteliği itibariyle özellikle ulus devletler için adeta bir uluslararası hastalık olup, bu tehditle karşılaşan demokratik ülkelerin karşılıklı iş birliği yapmalarıyla çözülebilecek olan bir problemdir22. Fakat bu çözüm için yapılan işbirliğinin ayrı bir uluslararası terör kaynağı oluşturduğu Soğuk Savaş sonrası yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır23. Terör tedirginliği ve kuşkusu gündemde kalmaya devam ettikçe, ülkenin gelişmesi ve kalkınması için olumlu adımların atılması engellenmekte, girişimcilik ruhen azalmakta, özellikle terörün yoğunlaştığı bölgelerde ise tamamen zayıflamaktadır24.
Sonuç yerine
Türkiye uzun yıllar terörle mücadele tecrübesine sahip bir ülkedir. 1960’lı yıllarda başlayan sokak olayları sonrasında tırmanan sözde sağ-sol çatışmaları, daha sonraki yıllarda çeşitlenerek, etnik ayrılıkçı ve dini fanatizm boyutlarıyla kendini göstermiştir. Yaklaşık 50 yıllık terörle mücadele tarihi ile Türkiye, önemli yanlışlıklarla birlikte bu alanda önemli doğruları da bulma ve uygulama şansını yakalamıştır.
Türkiye’nin bölücü terörle mücadelesinin belirtilen her döneminde güvenlik güçleri diye tanımlanan gerçek mücadele unsuru Türk Silahlı Kuvvetleri olmuştur. Halkın desteğinin kazanılması için ayrı bir safha başlatılmamış, iç ve dış dinamiklerin etkisi ve mücadelede gelinen mevcut durum nedeni ile sivil kurum ve polis unsurlarına daha çok yer verilen ancak istenen sonucun gene TSK tarafından alındığı bir dönem (1990-1996) olmuştur. Bugün de bölücü terör ile mücadele büyük ölçüde kolluk güçleriyle yapılmaktadır. Polis unsurlarımız şehirlerdeki sivil itaatsizlikle mücadele için yoğunlaşırken, özel polis birliklerimiz de zaman zaman silahlı kuvvetleri takviye etmektedir. Bununla beraber terörle mücadelenin özellikle sivil yönü ile gerekli tedbirlerin alınmaması terörün her seferinde yeniden canlanması ve devam etmesinin nedeni olarak görmek mümkündür.
Gelinen noktada bölücü Kürtçü terörün talepleri ‘Kürt kimliğinin tanınmasından sonra “demokratik özerklik” çıtasına yükseltilmesi ile süreceğe benzemektedir. Bunun için de Anayasanın önce 66. maddesinin değiştirilmesi gündeme alınmıştır. Bölücü Kürtçü terör örgütünün ve sözde siyasi uzantısının beklentilerin içinde, örgüt elebaşı Öcalan’ın bir an önce hapishaneden çıkarılarak, cezasının önce ev hapsine dönüştürülmesi sonrasında ise salıverilmesi bulunmaktadır. Önümüzdeki dönemde yeni Anayasa çalışmaları ile Kürt kimliğinin siyasi ve hukuki bir kimliğe dönüşmesi için Türk kamuoyu, geçmişte olduğu üzere sözde ‘akan kanı durdurma’ kılıfı ile uyutulmak istenmektedir.
Seçmenin %6’sının oyunu alan terör örgütü ve siyasi uzantıları Türk seçmeninin %94’üne kendi çözümünü dayatmaktadır. Kültürel zeminde Türklerden kopamayacağını bilen örgüt ve sözde siyasi unsurları, siyasi ve hukuki kimlik ile oluşacak zeminde bölünmenin daha kolay olacağını hesaplamaktadır. Böylece Türk-Kürt ayrışması kolaylaşacak, Kürt kimliğinin kazanımı sadece bir aşama olduğundan sıra Kürt bölgesi ve özerklik aşaması ile nihayet bağımsızlık için sözde ‘siyasi çözüm’ pazarlıklarına gelecektir.
Geçmişten günümüze bölücü Kürtçü terör örgütü ve sözde siyasi uzantılarının, AB ve Batı’nın da desteklerini alarak izledikleri strateji anımsanacak olduğunda; mevcut hükümeti “Açılım” adı altında masaya oturttular ve kendilerini meşru kıldılar. Uluslararası kamuoyunu kullanarak, örgüt lideri Öcalan’ın terörist değil, siyasi figür haline gelmesini sağladılar. Sadece Güneydoğu’da bir kaç ilde sıkışmış bir bölücü Kürtçü siyasi uzantıydılar ancak; 15 Temmuz 2016’dan sonra getirilen “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” ile yeniden Türkiye geneline yayıldılar. Bölücü terör örgütünün siyasi uzantılarına flu bakan siyasi parti bile el uzatıp tokalaşarak “Türkiye Partisi” yapma azmini ortaya koyuyor ve 40 yıl da gelemeyeceği siyasi konuma gelerek Gazi Meclis’te bulunuyor.
Irak’ın kuzeyindeki ve Suriye’nin kuzeyindeki de facto yapı ve ülkedeki son gelişmeler de ele alındığında, arkalarındaki destek veren güçleri de hesaba kattığınızda bölücü Kürtçü terör örgütünün getirildiği yer çok nettir.
1 Mehmet S. Bilgin: Barzani, Fırat Yayınları, (İstanbul, 1992), s.166.
2 Andrew Mango: Türkiye’nin Terörle Savaşı, Çev. Orhan Azizoğlu, Doğan Kitap, 2. Baskı, (İstanbul, 2005), s.54.
3 Atila Şehirli: Türkiye’de Bölücü Terör Hareketleri, Burak Yayınları, (İstanbul, Nisan 2000), s.270.
4 Bkz: Ömer Kalaycı, Türkiye-AB İlişkileri Bağlamında Almanya’nın Kürt ve PKK Politikası, Çıkrık Yayınları, İstanbul, 2019.
5 Ömer Kalaycı, İran’daki ayrılıkçı kürtçülük ve bölücü silahlı faaliyetleri: Bölgesel çıkarlar uğruna taşeron olarak kullanılan kürtçülük hareketi, 30 Eylül 2024.
6 Mehmet Ali Kışlalı: Güneydoğu Düşük Yoğunluklu Çatışma, (Ankara 1996), s.168-170, 178.
7 Ümit Özdağ: Türkiye’de düşük yoğunluklu çatışma ve PKK, (2010,) s.73-77.
8 Ümit Özdağ: PKK Terörü Neden Bitmedi, Nasıl Biter?, Kripto Yayınları, (Ankara, 2008), s.40-41.
9 Ömer Kalaycı, Rusya’nın Kürt Politikası ve Bölücü Terör Örgütü İle İlişkileri, 26 Mayıs 2024.
10 Kimberly Thackuk: Countering Terrorist Support Structures, Defense Against Terrorism Review, Cilt 1, No.1, (Bahar 2008), s.16.
11 Hasan Aykın, Kevser Gümüşay: Terörle Mücadelede Yeni Boyut: Terörün Finansmanı İle Mücadele, Ed.Süleyman Aydın: Karapara Aklama ve Terörün Finansmanı, Adalet Yayınevi, (Ankara, 2008), s.355.
12 Louise Shelley: Organize Suç Örgütleri İle Terör Örgütleri Arasındaki Bağlantının Kesilmesinde İşbirliği, TMMM Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumu Bildirileri, (Ankara, 2008), s.150.
13 Selda Atik: Terör Ekonomisi, , Edt. Haydar Çakmak, Taner Altunok: Terörizmin Finansmanı ve Ekonomisi, Barış Platin Kitabevi, (Ankara, 2009), s.315.
14 Özkan Güneş: Türkiye İle Bağlantılı Yasadışı Göç ve İnsan Kaçakçılığının Analizi, KHO Savunma Bilimleri Enstitüsü (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), (Ankara, 2004), s.113.
15 OECD: PKK’nın Geliri Uyuşturucudan, Hürriyet, (06 Mayıs 2007).
16 Hüseyin Asaf: Ortadoğu da Devlet ve Terör, Pınar Yayınları, (İstanbul, 1990), s.38
17 Altuğ Yılmaz: Terörün Anatomisi, Altın Yayınevi, (İstanbul, 1995), s.23
18 The White House: National Strategy For Combating Terrorism, (Washington D.C., Feb 2003), p.9.
19 Yevgeni M. Primakov: a.g.e., (2004), s.15.
20 Connor Cruise O’Brien: Passion & Cunning: Essays on Nationalism, Terrorism, and Revolution, Atlantic Journal, (June, 1986), p.62-66.
21 Deniz Ülke Arıboğan: Uluslar Arası Terörizmin Yeni Yüzü, Edt. Faruk Sönmezoğlu: Uluslar Arası Politikada Yeni Alanlar, Yeni Bakışlar, Der Yayınları, (İstanbul, 1998), s.46.
22 Yunusoğlu: a.g.e., (1996), s.76-78.
23 Veli Yılmaz: Terör Hukuku Avrupa Birliği Demokrasisi, Tüm zamanlar Yayıncılık, (İstanbul,1993), s.136–138.
24 Metin Tamkoç: Uluslararası Terörizmin Rusya ile Bağlantısı, Uluslararası Terörizm ve Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı Sempozyum 17–20 Nisan Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi, s.51.