Ömer Kalaycı

Örselenmiş Devlet Japonya ve Terörizm

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ömer Kalaycı[1]

03 ŞUBAT 2024

Giriş

İçinde bulunduğumuz 21.yüzyılın devletleri, geçtiğimizin yüzyılda yaşanan pek çok savaş, felaketlerle, geçiş yaptığımız yüzyılın ilk çeyreğinde, dünyanın pek çok bölgesinde çatışmalar ve doğal afetlerle nüfuslarının önemli bölümünü kaybetmiş travmatik/örselenmiş devletlerdir. Travmatik devletlerin hafızaları, tıpkı insanoğlunun geçmişinin acıları ve dersleri ile doludur. Travmatik/örselenmiş devlet ve toplumlarının hafızaları onların bugününe ve geleceğine de yön vermektedir. Bu makalede, travmatik/örselenmiş devletlerden Japonya’yı, ülkenin aslında terör ve terörizmle yeni tanışmadığını; özellikle 1990’ların başından itibaren bölücü terör örgütü PKK/YPG’nin ülkede nasıl örgütlendiğini ele alacağız.

Travma-Örselenme

Fransızca trauma kelimesinden gelen kelime, dilimize travma olarak geçiş yapmıştır. Türkçe karşılığı sarsıntı demek olan kelime; “Bir doku veya organın yapısını, biçimini bozan ve dıştan mekanik bir tepki sonucu oluşan yerel yara; örselenme”[2] olarak tarif edilmektedir. 8. yüzyılda literatüre girmiş olan travma kelimesinin sözlük anlamı hasar ve yaradır. Kişinin ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyen olaylar da travma olarak nitelendirilir. Geniş anlamda travma: “vuruk, incinme, sarsıntı, hasar, yara ve örselenme” olarak da anlamlar taşır. Tıpkı insanlar, toplumlar, milletler gibi devletler de örselenirler. Bu örselenmiş hafıza ile geleceklerine yön vermeye çalışırlar.

Devletin Travması/Örselenmesi

Devlet olgusu, günümüzden on bin yıl öncesinde Mezopotamya’da ortaya çıkan ilk tarım toplumlarına kadar uzanan eski bir sosyal kurumdur. Tarihsel süreçte devletler incelendiğinde Çin’in bürokrasi geleneğine sahip devlet olarak binlerce yıl varlığını sürdürdüğünü görürüz. Türklerin de farklı isimler adı altında günümüze kadar devletleşme süreci Çin’den de eskidir. Bu bağlamda kadim uygarlıklar, köklü devletler ve travmatik/örselenmiş devletlere baktığımızda karşımıza: Almanya, Danimarka, Ermenistan, İran, İsveç, Japonya, Kore, Meksika, Polonya, Rusya, Türkiye, Yunanistan ve Çin çıkar.

Modern devlet anlayışında büyük ve güçlü ordu, vergi toplama gücü, geniş topraklar üzerinde egemenlik ve merkezi bürokrasisi her ne kadar Avrupa’da ortaya çıktığı ileri sürülse bile çok dört-beş yüz yıl öncesine; Fransız, İspanyol ve İsveç monarşilerinin dönüşümüne uzandığı görülür. Bu dönüşüm ve gelişmelerle birlikte günümüzde de devam eden “devlet merkezli” uluslararası sistem başlamıştır. Bu gelişmeler sayesinde devletler; bürokratik, diplomatik ve askeri kurumsallaşmaya yönelmişlerdir. Sait Yılmaz’ın 2019’da yayınladığı “Başarısız Devlet” isimli makalesinde: “Devletler ebedi değildir; oluşumun, değişimin ve de zamanın geçişindeki tarihi olaylara yenik düşerler. Modern politikacıların görevi; devletin gücünü ehlileştirmek, devletin faaliyetlerini hizmet ettiğini halkın rızası doğrultusunda yürütmek ve nihayet özgürlükleri ve adalet olgusunu korurken, refahı ve eşitliği artırmaktır”[3] şeklinde ifade eder.

İnsanlık tarihinde yaklaşık 20 büyük uygarlık ortaya çıktı ve bunların 14’ü öldü ya da ölmek üzere. İşgalciler, onların uygarlıklarını önce güç kullanarak dağıttı, düşünceleri ile kültürlerini değiştirdi ve sonunda yuttu. Ölen ya da ölmekte olan uygarlıktan altısı Avrupalılar tarafından imha edildi ve Batı uygarlığı kültürü içinde erimekteler[4]. Bu uygarlıkların dışında, Afrika’dan Avustralya ve Amerika’ya sayısız halk da uygarlıklardan daha kolay bir şekilde yok edildi veya Batı uygarlığı potasında asimile oldular.

Bir imparatorluğun kurulması ve sürdürülmesi, genellikle büyük kitlelerin katledilmesi ve geriye kalanların da zalimce bastırılıp yaşadıkları yerlerin kaynaklarının seçkinlerce sömürülmesi anlamına gelir[5]. İmparatorluğun kuruluşu kendi için değil, kendinde iyidir. İmparatorluk, kendi başına güç temelinde değil, gücü hakkın ve barışın hizmetinde gösterme kapasitesi temelinde oluşur[6]. Geçmiş kültürlerin pek çoğu, onları medeniyetler mezarlığına veya müzesine gönderecek imparatorluklara yem oldular.

Tarihteki büyük devlet, krallık ve imparatorlukların yaşam seyri: “Sefalet ve felaketler içinde savaşlar ile büyüme, daha fazla büyüme, genişleme ve istikrar arayışı, refah ve bolluk toplumu, gittikçe halkı ve diğer ülkeleri umursamama, pervasızlık, yolsuzluk, İsyanlar, savaşlar, sefalet ve felaketlere dönüş, göçler, imparatorluk bakiyesinin başka milletler içinde yaşamaya devam etmesi, imparatorluktan geriye daha küçük ama farklı bir devletin ortaya çıkması”[7]şeklinde ifade edilir.

Her uygarlığın genişleme süreci merkez bölgede başlar ve zamanla çevre bölgelere ulaşır. İlginç olan ise sonradan ele geçirilen çevre bölgeler merkeze göre daha zengin ve daha güçlü olurlar. Bu yüzden, genişleme döneminden çatışma dönemine geçildi. Nihayetinde çoğu uygarlığın genişleme hızı her yerde azalmaya başladı. Uygarlıkların çöküşü genellikle şu aşamalardan geçti[8]; Genişleme hızının düşmesi, artan gerilimler ve sınıf çatışmaları, gittikçe daha sık ve daha şiddetli emperyalist savaşlar, artan irrasyonellik, kötümserlik, batıl düşünceler ve diğer dünya arayışı.

Bütün bu olgular önce merkez, daha sonra çevre bölgelerde ortaya çıktı. Genişlemenin azalması ve çatışma dönemi, çağın başka özelliklerinin ortaya çıkmasına neden oldu. Genişlemeye uyum sağlayan insanların düşünceleri ve sosyal örgütlenmeleri, genişleme hızı düşünce yeni duruma kendini uydurmada güçlük çekti. Bu da sosyal sınıflar ve siyasi kurumlar arasında şiddete yol açtı. Şiddet; İç isyanları ve savaşları, katliamları ve soykırımları beraberinde getirdi. Sonunda yaşanan travma, yüzlerce yıl da geçse milletin hafızasından çıkmadı. Bugün, bunların bir kısmı eski günlerine dönme hayalini hala içlerinde bir ülkü olarak korusa da, pek çoğu artık barış içinde yaşamak için kültürünü değiştirme eğiliminde ya da değiştirdi.

Kısa Japonya Siyasi Tarihi

11. yüzyılda, hırslı ve güçlü Fujiwara klanı imparatorun etrafında Japonya yönetiminin tepe mevkilerine sıkıca mevzilenirler. Öte yandan, büyük merkezi ada Honshu’daki soylu aileler kendi özel güçlerini kururlar. Kuzeydoğu’daki Minamoto klanı ve güneybatıdaki Taira klanı kendi ordularını (samuraylar) toplamışlardı; askerlik hizmeti karşılığı toprak tahsis ediyorlardı[9]. İmparator Go-Sanjo ise samuraylar ile başa çıkabilmek için manastırlardan seçilen keşişleri savaşçı hale getirmişti. Japon tarihinde bir imparatorun zehirlenmeden uzun süre yaşaması pek mümkün değildi[10].

Japonya, bir kez daha iç savaşın eşiğindedir. 29 Temmuz 1156 gecesi kısa ve şiddetli bir çatışma (Hogen Vakası) yaşanır. Başlangıçta imparatorun adamları bir dizi savaşçıyı etkisiz kılsa da karşı taraftan bir kundakçı karargâhı ateşe verince, okçular kaçanları vururlar. Oklardan korkanlar ve alevlerden dehşete düşenler kuyulara atladılar. Diptekiler boğuldu, ortadakiler ezildi, üsttekiler yandı. İmparator tutsak alınır, saray ateşe verilir ama Fujiwara’nın askerleri duruma hâkim olmadan Taira’nın samurayları yetişir ve genç imparatoru kurtarırlar. Fujiwara lideri Nobuyori’nin başı imparatorluk hapishanesindeki bir ağaca asılır. Denetim İmparator elinde, şimdilik Taira klanı yükseliştedir ancak diğer klanlar intikam fırsatı kollar. Japonya tarihi, antik zamanların klan-şehir devletlerinden modern Japon ulus devletine ulaşan bir sosyal süreç izlemiştir.

M.Ö. 12.000‟lerde son Buz Devrinden sonra Japonya coğrafyasının zengin ekosistemi insan yaşamını desteklemeye başlamıştı. İlk kalıcı yerleşmeler Jömon (M.Ö. 14.000-M.Ö. 200) döneminde görülür. Japonya adının ilk geçtiği yazılı kayıtlar M.S. 57 yılında Çin’de yazılmış olan “Han Hanedanlığı Tarihi (Book of the Later Han)”nde geçmektedir. Kayıtlarda “Lelang’ta okyanusun ardında Wa’nın halkı yaşar. Yüzden fazla klan (kabile) sık sık gelerek vergilerini öderler” ifadesi yer alır. 3. yüzyılda yazılan “Üç Krallığın Kayıtları (Records of the Three Kingdoms)” ülkenin 30 küçük klandan oluştuğunu ve Şaman kraliçe Yamatai’li Himiko tarafından yönetildiğini yazar.

Budizm, Japonya’ya 538 yılında Kore Krallığı Baekje tarafından tanıtılır. Budizm, yöneten kesim tarafından çıkarları gereği desteklenir. Yeni tanıtıldığı zamanlarda Budizm, popüler değildir[11]. Japonya, 8. yüzyılda pek çok doğal afet geçirir. Bunlar yangın, kuraklık, kıtlık ve nüfusun %25’inden fazlasını öldüren çiçek hastalığı gibi bulaşıcı hastalıklardır. İmparator Shomu’ya göre felaketlerin en büyük nedeni; dine yeterince bağlı olmamaktı; Budizm bu dönemde desteğini arttırdı.

15. yüzyıla kadar politik güç birkaç yüz Daimyo tarafından yönetilen, kendi samurayları olan feodal bölgelere bölünmüşlerdi. İnsanların %80 kadarı pirinç çiftçisiydi. Pirinç üretimi yükselirken nüfusun çok değişmemesi sonucunda refah arttı. Pirinç tarlaları 1600’den 1720’ye yükselerek neredeyse iki katına çıkar[12]. Gelişen teknolojiyle çiftçiler, tarlarının akış ve sulamasını kontrol etmelerine olanak sağladılar. Daimyõ (feodal kral) birkaç yüz kale şehri kontrol eder ve yerel bir ticaret oluşturur. Büyük ölçekli pirinç pazarları Edo ve Osaka’da gelişti. Şehir ve kasabalarda artan hizmet ve ürün ihtiyacını tüccar ve zanaatkârlar loncası karşılamaktaydı. Tüccarlar sınıf olarak düşük olsalar da zenginleşirlerdi. Tüccarlar paranın el değiştirmesi kredi elemanlarını geliştirdi, para genel kullanım alanına sahip oldu. Gelişen ve güçlenen market girişimleri destekledi. Samurayların tarım veya ticari bir işle uğraşmaları yasaklanmış olmasına rağmen borç para almalarına izin verilmekteydi. Bütün ordu sınıfının “bugün ye yarın öde” fikriyle yaşadığı ifade edilir.

Uzun bir iç savaştan sonra Japonya’yı birleştiren Tokugawa Ieyasu, imparator tarafında 1603 yılında Şogun olarak görevlendirilir. Leyasu, fethettiği toprakları destekçilerine dağıttı ve Edo’da kendi Şogunluğunu kurdu. İmparator, eski başkent Kyoto’da kalmaktaydı. Edo döneminde barış ve refah hâkimdi. Japonya Hıristiyan misyonerliğini engelleyip dış dünyayla bütün bağlantısını kesti. 1637’den itibaren Japonlar kapılarını yabancılara kapamıştı. Yabancılar, Japon topraklarına ayak bastığında öldürülüyorlardı. Daymiyoların (derebeyleri) mücadeleleri İmparatorun (Mikado) memleket üzerindeki fiili kontrolünü azaltmış ve fiili yönetim en kuvvetli Daymiyo, Şogun’un kontrolüne geçmişti. Şogun imparatorluğun başkomutanı ve sivil idaresiydi. Mikado, dünyevi bir lider olmaktan çıkmış, adeta dini bir lider olmuştu. 19. yüzyıla kadar Japonya’yı batıya açma girişimleri başarısız oldu. ABD ise buna en çok odaklanan ülkeydi ve Temmuz 1853’de savaş gemisi ile Tokyo’ya demir attı.

ABD Başkanı Millard Fillmore’ın serbest ticaret diye ısrar eden mektubunu getirdiler. İmparatora gönderilen mektup ile Japonya’nın ABD ile münasebetlere girişmesi isteniyor, aynı zamanda tehdit ediliyordu. Japon liderler, karada gemilere direnmenin boşuna olacağı sonucuna vardılar. Şogun laseda bütün Daymiyoları toplayarak, 1854 Konagowa anlaşması ile ABD’nin Japonya’da konsolos bulundurmasına müsaade etti. Çin meselesinde olduğu gibi Avrupa devletleri de Japonya’nın başına üşüştüler ve aynı haklara sahip olmak için donanmalarını Japonya’ya gönderdiler. 1854 İngiltere, 1855 Rusya ve 1856 Hollanda yeni anlaşmalar ile haklarını geliştirdiler. Japonya, işgal karşısında ayrıntıya titizlikle dikkat ederek ve maddi ve psikolojik güçleri incelikle analiz ederek, uluslararası düzene girerek yabancı egemenliğini kovma yolunu seçti. Japonya’nın batıya açılması Şogun’a karşı kızgınlık doğurdu. Daymiyoların Şogun’a karşı mücadeleleri ile 1868’de Şogunluk tasfiye edildi. 1600-1868 yılları arasındaki Tokugawa döneminde nispeten âdem-i merkezi, feodal bir yapıdaki Japonya’da birkaç köylü isyanı dışında toplum yapısı istikrarlı idi. 1868 yılında genç Samuray grubunun yaptığı darbe ile Meiji Restorasyonu başladı.

İmparatorluk sistemi tekrar kurulur; hızlı merkezileşme ile birlikte sosyo-ekonomik, siyasi ve ekonomik sistemler modernleştirilir. Yeni Meji İmparatoru ulusal konsensüse dayalı Ant Fermanı ile sistematik demiryolu, modern sanayi, ihracata dayalı ekonomi ve modern bir ordu inşasına girişti. Bunlar yapılırken Japon kültürü, toplumunun eşitsizliği ve Japon kimliği korunacaktı. Bu çarpıcı yön değişikliği birkaç on yılda Japonya’yı küresel güçler arasına soktu. Çin ile olan denge nihayet kendi lehlerine değişmişti. Köklü reformlarla 1871’de derebeyliği ve Daymiyoluk kalktı, reform konseyi kuruldu ve 1889’da ilk ana yasa kabul edildi. 1868-1898 arasında 30 yıllık devrede 2190 fabrika ile Asya’nın en büyük sanayi devleti oldu. Yeni ulusal yönetim şekli feodalizmi bitirerek izole ve geri kalmış ada toplumunu Batı modelini izleyen bir dünya gücü haline getirdi. 40 yıl içinde Japonya batının karşısında korkunç bir rakip oldu.

İstikrarlı bir yönetime kavuşan Japonya, gözünü komşu bölge ve ülkelere dikti; Çin ile Kore için rekabete girdi ve 1904-1905’de Rusya’nın elinden Mançurya ve Sakhalin’i aldı. 1910’da Kore’yi resmen kendine bağlarken, Tayvan’ı kontrolü altına aldı. Böylece her istikamette genişleme imkânı buldu. Sanayileşme sonrası Japonya’nın ana hedefi ekonomikti, imparatorluğun genişlemesi için yeni kaynaklara ihtiyacı vardı. Hızlı ekonomik büyüme sınırlı doğal kaynaklar nedeni ile sıkıntılı hale gelmişti; petrol, demir, kömür ve kauçuk gibi ham maddeler yanında büyüyen nüfusun beslenmesi için yiyecek maddelerine de ihtiyaç vardı. 1868’den 1926’ya kadar Japon nüfusu 30 milyondan 60 milyona yükselmişti. Japon liderleri ve askerleri Japon modernleşmesinin ithalat ve ticaret rotalarına bağlı olduğunu düşünüyordu.

Japonlar; Birinci Paylaşım Savaşı sonrasında Asya’da bir hegemonya kurmak için kendilerini avantajlı konumda gördüler. İkinci Paylaşım Savaşı yenilgisine ulusal ruhun verdiği dirençle tepki verdiler. 1930’larda Mançurya’dan sonra Çin’in içlerine doğru işgücü ve kaynak sömürüsüne devam ettiler. İkinci Paylaşım Savaşına girerken ABD, Hollanda ve İngiltere’nin tehditleri karşısında risk aldılar. Demokrasinin uygulanmasını sorunlarında Japonya’nın yarı bağımsız ve güçlü ordusunun 1920-30 yıllarında siviller üstünde baskı kurması geliyordu. Ordu, 1931’de Mançurya’yı işgal etti ve 1937’de Çin’e karşı savaşa girişti. Sahilleri ve büyük şehirleri kontrol eden Japonya kukla devletler kurdu fakat Çin’i tamamen yenemedi.

Aralık 1941’de Pearl Harbor’a yapılan saldırıyla ABD ve müttefiklerine karşı savaşa girdi. 7 Aralık 1941’deki Pearl Harbour saldırısının amacı Güneydoğu Asya’da ekonomik egemenliği tamamen ele geçirmek için büyük bir engeli kaldırmaktı. 1942 ortalarına kadar kazanılan birkaç deniz zaferinden sonra endüstriden uzaklaşan askeri güçlere gemi, mühimmat ve yakıt sağlama sıkıntısı çekmeye başladı. Donanmanın batırılması ve büyük şehirlerin ABD tarafından yok edilmesine rağmen 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları ve Sovyetler Birliği’nin Mançurya’yı işgal etmesi sonucunda imparator orduyu teslim olması için zorladı.

Japonlar; İkinci Paylaşım Savaşı’nda 3 milyon insan kaybettiler. Bunun 2,1 milyonu askerdi. Geri kalan neredeyse 1 milyon sivil ABD bombardımanında öldüler. ABD’nin, uluslararası sistemin değişimine de uğrayacak şekilde Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombalarında toplam 200 bin kişi öldü. General Mac Arthur, daha sonra Ruslara gösteriş olsun diye Türkiye’ye gönderilen Missouri savaş gemisinde 2 Eylül 1945’de Japonya’yı resmen teslim alan anlaşmayı imzaladı. Japonya’da ABD işgalini ve ülke inşasını 1945’den 1951’e kadar yöneten General Mac Arthur, 1946’da çıkardığı anayasa ile ülkeyi askeri idaresinin içinde tuttu.

Savaş sonunda ABD Japonya’ya kara, deniz ve hava kuvvetlerini yasaklayan bir Anayasa dikte etti. Bu anayasa sonucunda Japonya parlamenter monarşi halini aldı. Mac Arthur, 1949’da yetkilerini Japon hükümetine devretmesine rağmen 1951’e kadar ülkede kaldı. Mac Arthur, Japonya’da yaptığı ülke inşasına girişti[13].

İkinci önemli aşama ABD’ye tamamen teslim olmuş Japonya için yeni bir sosyal sözleşme yazmaktı. Böylece hangi partilerin kurulacağına karar verildi ve parlamenter sistem kuruldu. 3 Mayıs 1947’de yürürlüğe giren yeni Anayasa’nın meşhur 9. Maddesi ile sadece ordu kurulması değil, ülkenin kendi politikasını destekleyecek bir vasıta edinmesi bile yasaklandı.

Üçüncü adım ülke içine nüfuz ederek, kontrol sağlamaktı. Dini olarak imparatora sadık olan Japon halkı, imparator teslim olunca kendilerini de teslim olmuş kabul ettiklerinden nüfuz etmek zor olmadı. Gücün mümkün olduğu kadar dağıtılması için merkezi olmayan polis ve yerel hükümetler kuruldu.

Dördüncü aşama, ülkede yönetimin yeniden kurulması idi. Böylece işçi sendikalarından, kadın haklarına her şey ABD standartlarına getirildi. Japonya’da ülke inşasının beşinci aşaması ekonomik kaynakların dağıtılması yani kapitalist sınıfın kurulmasıydı. Aristokratların kontrol ettiği Zaibatsu şirketleri özelleştirildi ve seçilen ailelere armağan edildi. Bretton-Woods sistemi ile 1949-1971 arasında “Yen” yapay olarak düşük değerde tutularak, Japonların ithal malları tüketmesi teşvik edildi.

Mac Arthur, işgalden sonra ABD’deki Hıristiyan misyonerleri ülkeye davet etti ve milyonlarca İncil dağıttırdı. Şintoizme devlet desteği yasaklandı. Kendini ziyarete gelen Evanjeliklere şöyle diyordu; “Japonya, ruhsal bir boşluk içinde, bunu Hıristiyanlık dolduramazsa Komünistler dolduracaktır.” 1951’de San Fransisko’da imzalanan ABD-Japonya müttefiklik anlaşmasından sonra 28 Birleşik Devletler Japonya’yı 1952 yılına kadar kontrol altında tuttu.

Japonlar kısa sürede toparlandılar ve bu sefer stratejik hedeflerini ABD’nin yardımı ile sağlayacaklardı. Nisan 1952’de işgale son verildi ve Japonya tekrar bağımsız bir ülke oldu. Japonlar ekonomik olarak kısa sürede toparlandılar ve bu sefer stratejik hedeflerini ABD’nin yardımı ile sağlayacaklardı. 1960 yılında ABD ile yaptıkları güvenlik anlaşması ile artık Japonya askeri değil ticari yollardan kaynak edinme peşinde olacaktı. 1950’lerde kurulan Japon Öz Savunma Kuvvetleri, kuzeyden potansiyel Sovyet tehdidine yönelikti. Ülke dışında güvenliği ABD Pasifik donanmasına bırakan Japonya, Yoşida Doktrini çerçevesinde adaların güvenliği için sınırlı bir askeri kabiliyete sahipti.

Japon askeri gücü Soğuk Savaş sonrası dönemde sürekli büyüdü. Japonya askeri değil ticari yollardan kaynak edinme peşinde idi. ABD’nin Japon ekonomisini geliştirmeye ilgisi özellikle Kore Savaşı ile artan askeri ihtiyaçlarına yönelik olarak arttı. ABD, Japonya’da güçlü bir kapitalist sistem kurarak Doğu Asya’da komünizmi dengelemek istiyordu. Japonya, daha önce savaş yolu ile elde etmek istediklerini şimdi ABD yardımı ile edinecekti. İlk adım bir sanayi politikası geliştirilmesi oldu. Japonya, geçmişte dünyadaki stratejik güçler arasında lider bir ülke idi. 19. yüzyılın sonlarında endüstriyel devrimi tamamlayarak kendisine askeri bir yol çizdi, Çin ve Rusya’ya saldırdı. Daha sonra topraklarını Mançurya ve Çin’e kadar genişletti ve ABD’nin II. Dünya Savaşı’na girmesine neden oldu.

Savaş sonrasında ABD tarafından inşa edilen Japonya, onun dayattığı “ticaret devleti” olma stratejisini uygulamaya koyuldu. 1990’larda Japonya, dünyanın en büyük ikinci ekonomik gücü idi. Ancak, Soğuk Savaş sonrasının siyasal ortamında Asya-Pasifik bölgesinde de aktörler ve seçenekler ile birlikte çıkarlar da farklılaşmış, çıkar ortakları ve rakipleri rol değiştirmiştir. Soğuk Savaş süresince Amerikan politikaları Japon ekonomisinin güçlenmesine çok yardım etmişti ama 1980’lerde Sovyet sistemi çökmeye başlarken Japonya, ABD’nin ekonomik üstünlüğüne rakip konuma geldiğinden artık desteklemek için bir neden kalmamıştı.

Japonya’nın ulusal güvenlik gündemini şu şekilde sıralayabiliriz[14]; (1) ABD’nin denizaşırı sorunları nedeniyle Japonya’nın bulunduğu bölgeden asker çekme ihtimalinin güçlü olması. (2) Muhtemel bir Güney Kore ile Kuzey Kore birleşmesinin bölgesel dengeleri değiştirme ihtimali. (3) Japonya’ya kıyıdaş Çin’in yükselen güç olması. (4) Japonya’nın enerjide dışa bağımlılığı ve enerji ulaşım güvenliği. (5) Rusya ile Kuril adaları sorunu ve diğer Japonya’ya komşu adalardaki aidiyet sorunları.

Japonya Bakanlar Kurulu, 2013 yılında yeni ulusal güvenlik stratejisi ve beş yıllık savunma planını kabul etti. Yeni Japon güvenlik stratejisi, Şenkaku Adalarının korunmasını ve Çin’in egemenlik iddia ettiği güney çevre adalarının güvenliğini öngörmektedir[15]. Mart 2013’de Çin ve Japon uçakları 306 kez havada dalaştı. Japon ve Çin deniz kuvvetleri Doğu Çin Denizi’nde kedi-fare oynamaya devam ediyor. Son olarak Çin, bu denizde Hava Savunma Tanıma Bölgesi ilan ederek, Şenkaku dâhil bölgeden uçuşlarda uçuş planı verilmesi zorunluluğunu getirdi. Böylece güvenlik odağı kuzeyde Rusya’ya, Batıda ise Çin’e karşı denge sağlamayı hedefliyor. Binlerce adası olan Japonya, birkaç ada ve kayalık için sırf münhasır ekonomik bölgesini düşünerek savaşa girmeye hazırlanırken, ABD’nin vereceği destek konusunda şüphelidir.

Kenneth Waltz, 1993 yılında yayımladığı makalesinde, Rusya Federasyonu, Japonya ile Almanya’nın da tarihsel büyük güç rollerini yeniden öğreneceklerini; ABD’nin de diğerleriyle birlikte yaşamak ve etkileşim içinde olmak gibi daha önce hiç oynamadığı bir role alışmak durumunda kalacağını yazmıştı. Waltz’un bu görüşü Amerikalı karar alıcıların hoşuna gitmemiş olacak ki, Asya’daki deniz üssü konumundaki Japonya’yı hava, kara ve deniz gücü olarak kontrol altında tutabilmek için stratejilerini sürdürmeye devam ettiler. Thomas Berger ise, 1998’de yayımladığı makalesinde, II Dünya savaşı yenilgisinden sonra Japonya ile birlikte Almanya’nın hem ekonomik egemenliğine hem de politik etkinliğine yeniden kavuştuğunu yazmaktadır. 1990’lı yılların sonu 2000’lerin ilk yarısından günümüze kadar uluslararası alanda yaşanan gelişmelerin niteliği ve sonuçları bazı devletlerin tarihsel kimliklerini teyit eden rollerine yeniden kavuşup kavuşamayacaklarını gösterecektir.

Şinzo Abe’nin iktidara gelmesi ile olağan askeri güce kavuşma konusunda Japonya’da çalışmalar başlamış ve yeni bir istihbarat yapılanmasına gidilmiştir. Abe, Japon kamuoyunu ikna ederek ve anayasa engelini aşarak, Japonya’nın ekonomik gücüne denk düşecek bir askeri güce sahip olmasının önünü açmıştır. Ada sorunları dışında, Çin’in tutumu ve sivil deniz tedarik zincirinin Malakka Boğazına bağlı olması Japon Deniz Öz Savunma Kuvvetleri’nin geliştirilmesini dikte etmektedir. Çin’e karşı koymak için diğer Doğu Asya ülkeleri ve ABD ile işbirliği, ortak bir deniz güç projeksiyonu gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Japonların, ülkelerindeki ABD üsleri ve ABD işgalinden kalanların varlığı hala içlerine derttir. Bu yüzden, milliyetçi akımlar kendi kendine yeterli bir ordu için ısrar etmektedir. Asya’da Çin ve Japonya, ulusal saygınlık konusu olan birkaç ada için savaşın eşiğinde beklerken, deniz kuvvetlerini geliştirmeye çalışan Japonya, Çin ile yarıştadır. Japon nüfusu azalırken, ekonomik, siyasi ve askeri kabiliyetlerin geliştirilmesi zor gözükmektedir. İşgücü ve tüketici sayısı azalırken ekonomisi de küçülmeye devam edecektir. Şirket kârları ve özel gelirler ile birlikte vergiler de azalırken, artan emekli aylıkları ve sağlık giderleri gibi sosyal harcama balonları ekonomiyi daha da kötüye götürecektir. Askeri açıdan ise orduya alınacak insan sayısı azalırken, askeri bütçe de sınırlı olacaktır. Bütün bu olumsuzluklar ülkeyi bir kez daha içe kapanık politikalar dönemine götürmektedir.

Özetle, bugünkü Japonya bir geçiş dönemindedir ve mevcut stratejiler onun tarihsel hedeflerini karşılamaktan uzaktır. Japonya, Asya-Pasifik ekseninin teknolojik ve toplumsal zenginliğiyle öne çıkan, tarihsel derinliğiyle bölgede etkin ve belirleyici unsurlara sahip potansiyel bir güç olarak artık bir yol ayırımındadır. Ekonomik kapasitesine karşılık askeri alandaki edilgenliği, siyasal açıdan uluslararası ilişkilerdeki öncelik alamaması, Japon liderlerini yeni bir strateji çizmeye zorlamaktadır.

Japonya’da Terör Örgütleri ve Terörizm

İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra Japonya’da, 1960 yılına kadar ABD kontrol ve hâkimiyeti vardı ki, günümüzde bu kontrol ve hâkimiyet özellikle devlet dışı silahlı yapı/gruplar veya terör örgütleri dış politikanın birer aparatı olarak kullanılmaya devam etmektedir.

Japonya, özellikle 1960’lardan itibaren dini, sol/komünist (Marksist-Leninist) ideolojik güdülerle hareket eden terör örgütleriyle yüz yüze kalmıştır. 1970’ler boyunca Japonya’daki terör örgütlerinin, ülkede düzenledikleri terör eylemlerinden ziyade daha çok ülke dışında terör eylemleri düzenledikleri görülür. 1970’ler boyunca pek çok terör örgütünün barınma, askeri eğitim, silah ve lojistik desteğinin ana üssünün Lübnan olması dolayısıyla Japon Kızıl Ordunun da merkez üssü Lübnan’dı ve Filistinli terör örgütleriyle işbirliğine giderek pek çok kolektif terör eylemlerinde bulunmuştur.

Japon Kızıl Ordusu (JRA)

1960’lı yıllarda, japon sol grupları, ABD emperyalizmi ve Vietnam savaşıyla birlikte eylemlere başladı. 1968 yılı sonrası dünya devrimini gerçekleştirmek amacıyla ortaya çıktı. (Japon Kızılordu (Red Army Faction) daha sonra üç ayrı gruba bölündü, Yo-do Grubu Kuzey Kore’de, Birleşik Kızıl Ordu Grubu Japonya’da, Japon Kızıl Ordu Grubu ise Lübnan ve Filistin’de örgütlenerek eylemlerde bulunmuştur.)

Örgütün soğuk savaş döneminde şiddet saldırıları artmıştır. Önceleri Japon Komünist Partisi’nin silahlı kolu olan Kızıl Ordu Grubu, Fusako Shigenobu ve Tsuyoshi Okudaira tarafından yeniden yapılandırıldı. Ortadoğu ve Avrupa’da da örgütlendi. Filistinlilerle ortak eylemler yaptı. İlk eylemini 1974’te Lahey’de Fransız Büyükelçiliğini basarak gerçekleştirdi. 11 Elçilik görevlisini rehin alan örgüt, Hollanda Hükümeti’nden 300 bin dolar fidye aldı. Fransa’nın da JKO üyesi Yoshisbi Yamada’yı serbest bırakmasıyla bu eylem sona ermiştir. Diğer önemli bazı eylemleri:

1974 – Tokyo’da Mitsubishi fabrikasına saldırı 8 ölü.

1975 – Kulala Lumpur’da Amerikan ve Japonya elçiliklerinde 53 kişinin rehin alınması.

1974 – Paris – Tokyo seferi yapan japon uçağının kaçırılması.

1986 – Jakarta’da ABD ve Japon elçiliklerine roketli saldırı ile Kanada Elçiliği önünde bomba yüklü kamyonun patlatılması.

1987 – Roma’da ABD ve İngiliz elçiliklerine bombalı saldırı.

1988 – Nepal’de 5 ABD’linin öldürülmesi.

1990 – Kgoto ve Tokyo’da kraliyet saraylarına bombalı saldırı).

Dünyanın en kanlı Marksist örgütlerinden biri olan Japon Kızıl Ordusu’nun aslı “Kyosan-Sekingunha” (Komünistlerin Kızıl Ordu Grubu)’dur. Sekingunha yıkılmadan önce çeşitli ülkelerde aynı zamanda yapılacak silahlı isyanlar yoluyla dünya çapında gerçekleştirebileceği bir devrim hareketi için denizaşırı eylemci esaslar oluşturmayı amaçlamıştır. Bu nedenle de eylemcilerini Demokratik Öğrenci Demeği (SDS) ve Siyah Panterler (BPP) ile temas kurmak üzere gizlice ABD’ye yollamıştır.

Japon Kızıl Ordusu, dişi militan Fusako Shigenebu tarafından kurulmuştur. (Fusako, makyaj yaptıkları gerekçesiyle örgüt içinde 14 bayan militanı öldürtmüştür). Merkezi bir dönem Lübnan’da bulunan örgüt, Filistin örgütleriyle sıkı işbirliğine giderek ortak terör eylemlerine girmişlerdir. Japonya’da maddi gelirinin yüksek olmasıyla tanınan bu örgüt, Batı, Ortadoğu ve Asya’da diğer Marksist örgütlerle birlikte kanlı eylemler düzenledi.

Özellikle 1972-1977 yılları arasında birçok uçak kaçırma eylemini gerçekleştiren Japon kızıl Ordusu’nun liderleri Miss Yuki kod dalı Shigenebu ile Haruo Woko ve 25 civarında militanın, Lübnan’da gerilla kamplarında ve Avrupa’daki terör örgütlerince saklanmıştı. Osamu Maruoka ve Yu Kikumura isimli teröristler, Tokyo ve ABD’de 1987-1988 yıllarında tutuklanırken, örgütün ünlü militanlarının izine rastlanmadı.

Japon Kızıl Ordusu’nun çok sayıda militanı yakalanamamıştır. Ancak, 1970’Ii yıllarda birçok kanlı olayın sorumlusu olan örgütün bir numaralı lideri “imparatoriçe” lakaplı Fusako Shingenebu, 2000 yılı Kasım ayında yakalandı. Lübnan’da yaşadığı sanılan Japon Kızıl Ordusu’nun 55 yaşındaki lideri Shigenebu, Japonya’nın batısındaki kırsal bir kasabada ele geçirildi. Japon Kızıl Ordusu’nun adı en son 11 Eylül 2001’de ABD’deki saldırılarda ortaya çıktı. Günümüzde bir etkinliği bulunmuyor.

Chukaku-Ha (Çekirdek Grubu)

1963 yılında kurulan Chukaku-Ha örgütünün amacı, Japonya’daki liberal rejimi yıkarak yerine sosyalist bir hükümeti işbaşına getirmektir. Takuji Mukai ve Higeo Yamamari’nin yönettiği sanılan örgütün 3000 üyesi bulunuyor. Faaliyetlerini günümüzde de sürdürmeye devam eden Chukaku-Ha örgütünün silahlı ve kanlı eylemleri yok. Ancak gerçekleştirdiği bombalı eylemler sonucu yaralanmalar ve maddi hasara yol açmıştır. Chukaku-Ha örgütünün düzenlediği bombalı eylemler, daha çok havaalanları ile Japonya’daki ABD tesislerine yöneliktir.

Yüce Gerçek Tarikatı – Aum-Şinrikyo Örgütü

Yeni dini motifli örgütler arasında yer alan ve Japonya’da 10 bin sempatizanı olduğu sanılan Aum Shinrikyo, 1980’li yalların sonuna doğru kuruldu. Örgüt ideolojisi, farklı dinlerin bir araya gelerek yorumlanmasıyla oluşturuldu. Dünyaya bakış açısının temelinde Hristiyanlıktaki Mesih inancı bulunan Asahara’ya göre, dünya yaşanmayacak kadar çekilmez bir döneme girmiştir. Örgüt lideri Asahura, “kötülükten kurtulmanın en iyi yolu onu yok etmektir” der.

Japonya’da faaliyet gösteren bir tarikat olan Yüce Gerçek, adını, 1995 yılındaki zehirli Sârin gazı saldırılarıyla bütün dünyaya duyurdu. Shoko Asahara liderliğindeki tarikat 20 Mart 1995’de Tokyo metrosuna yaydığı zehirli gaz ile 17 kişinin ölümüne, 5 bin kişinin zehirlenmesine neden oldu. Japonya’nın çeşitli yerlerinde, zaman zaman tren istasyonlarına düzenlenen zehirli gaz saldırıları sonucu binlerce kişinin de hastanelik olmasına yol açtılar.

Örgütün Bilim ve Teknoloji Bölüm Başkanı Hideo Muradi, 23 Nisan 1995’de Tokyo’da bıçaklanarak öldürüldü. Örgüt liderinin tutuklanması üzerine 22 Haziran 1995’de Fumio Kutsume adlı 53 yaşındaki bir bankacı, içinde 364 kişi bulunan bir uçağı kaçırdı, ancak daha sonra bu kişi etkisiz hale getirildi. Fuji Dağı’nın eteklerinde 15 Mayıs 1995’de yapılan operasyon sonucu lider Asahara (Chizou Matsumoto) ile 40 müridi tutuklandı. Bu tutuklama olayından sonra, bombalı mektup gönderilerek intikam saldırıları düzenlendi. Tokyo Valisi’ne gönderilen bombalı mektup, zarf açılınca patladı. Olayda valinin sekreteri ağır yaralandı. Aum Şinrikyo tarikatının lideri Şoko Asahara idam edildi. Japon medyası, Asahara ile birlikte tarikatın altı üyesi daha ölüm cezası verilerek infaz edildi.

PKK-KCK-J (Japonya)

Japon kamuoyu ile birlikte, ülke kamuoyumuz özellikle 2015 yılından itibaren Japonya’daki bölücü terör örgütü PKK ile iltisaklı oldukları öne çıkan bazı Kürtlerin, yaşadıkları şehirlerde hastane baskını ve Japon kadınlarına yönelik sarkıntılık ile sosyal medya hesaplarından bölücü örgüt ile ilgili paylaşımlar yapınca dikkat kesildiler. Özellikle 2015 yılından itibaren Japon kamuoyu ve bazı gazeteciler, ülkedeki Kürtlerin, Japonya’ya uyum sağlayamadığı, Japonları son derece kötü şekilde rahatsız ettikleri yönünde bir düşünce hâkimdi. Oysa işin bir de bölücü terör örgütü PKK boyutu vardı ki, özellikle popülerlik peşinde koşan, aldığı bilgilerle yazdığı makaleleri para ile satan gazetecilere işin gerçek boyutunu kabul ettiremiyorduk; ta ki, örgütle iltisaklı Kürtlerden ölüm tehditleri alana kadar.

Türkiye’den, 1990’ların başından itibaren Japonya’ya yönlendirilmiş, bu yönlendirilme sonucu PKK bölücü terör örgütünün KCK-Japonya yapılanmasının ve Japonya’daki Kürt Diaspora çalışmalarına hız verilmişti. Bu bir stratejiydi ve örgüt, kendine biçilen bu stratejiyi 2000’lerin başından itibaren günümüze kadar getirdi.

Statü Kazanma ve Diaspora Faaliyetleri

1990’ların başından itibaren Türkiye’den Japonya’ya giden örgütle iltisaklı Kürtler, ülkede kalabilmek için siyasi sığınma talebinde bulundular. Japonya, göçmen işçi kabul etme konusundaki katı tutumu ve isteksizliği devam etmektedir. Japonya, giderek azalan ve sayıları oldukça çok yaşlanan nüfus gerçeğiyle ve ülkenin yirmi yılı aşkın süredir yaşadığı en kötü işgücü sıkıntısı ile karşı karşıya. Bir ada ve örselenmiş devlet olarak Japonya, her ne kadar kültürel tekdüzeliğini koruyan bir ülke olsa da, artan emekli oranı, çalışma çağındaki nüfus azalsa da Japon siyasetçiler, göçün önündeki engelleri kaldırmaktan yana değiller. Japon iş dünyası ve siyasi liderler, hükümetin göç politikasını yeniden gözden geçirmesini ısrarla talep ettiler.

2022 Aralık ayı itibarıyla Japonya’da 13.831 sığınma başvurusu inceleme altındaydı. Bu, mültecilerin[16] Suriye ve Eritre gibi sorunlu topraklardan sığınma arayışına girdiği Nisan ayı sonunda bir milyondan fazla sığınma başvurusunun beklemede olduğu Avrupa standartlarına göre küçük bir rakam. Eldeki en son verilere göre, 2015 yılı sonu itibarıyla Japonya’da şartlı tahliye edilen kişi sayısı 4.701 idi. Toplum grupları bunların yaklaşık 400’ünün Warabi bölgesinde yaşayan Kürtler olduğunu tahmin ediyor. Japonya, 2016 yılında sığınma başvurusu yapanlar arasından yalnızca 28 kişiye bu hakkı tanıdı. Japonya’ya 2016 yılında sığınma başvurusu yapanlar arasında 1.143 Türkiye vatandaşı da bulunuyor.

Şinzo Abe, mülteci sorununa ilişkin 2015 yılında yaptığı bir açıklamada, “Göçmenleri kabul etmeden önce yapmamız gereken çok şey var. Önce ülkemizdeki kadınların çalışma yaşamına daha aktif katılımını ve doğum oranını artırmamız gerekiyor”[17] demişti. Japonya’da yaşayan ve mülteci talebinde bulunan Mustafa Balibey ’in, ailesinin Türkiye’yi terk etme kararının, babasının 1999’da yasadışı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) üyelerine yardım etme ve Japonya’da toplanan fonları gruba aktarma suçlamasıyla tutuklanması gerekçesiyle kabul edilmedi. Reuters’in incelediği mahkeme belgeleri, “Mustafa Balibay ve onunla birlikte tutuklanan diğer beş Kürt erkeğinin 2000 yılında beraat ettiğini” ifade ediyor. Japonya’daki bölücü terör örgütü PKK ile iltisaklı Kürtler; Çolak, Yücel, Dündar ve Bilbay Sülalesinin (Balibey olarak anılmakta) bireyleri; Tokyo’nun kuzeyindeki dökümhanelerin yer aldığı ve çete bağlantılı suçların yaygın olduğu Warabi ve Kawaguchi’de yaşayan yaklaşık 1.200 Kürtten oluşuyor. Bölge, neredeyse tamamı sığınmacı olan Kürt göçmenlerin sayısının fazla olması nedeniyle yerel halk tarafından “Warabistan” olarak adlandırılıyor.

Kürt Kültür Derneği

Varlık amacı, Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığı ve yasadışı terör örgütü PKK/YPG propagandası üzerine kuran Japonya Kürt Kültür Derneği (KKD) 2013 yılında kurulmuştur. KKD, Japonya’daki Kürtlerin büyük çoğunluğunun sözcülüğünü üstlenmektedirler. Japonya’daki Kürtler, bir Kürt Diasporasının oluşabilmesi için diplomatik açıdan büyük ilerleme kaydettiklerini söylemek doğru olur. Tokyo’da, “Kürt Kültür Derneği” (KKD) ve “Japonya-Kürdistan Dostluk Derneği” (JKDD) çatısı altında faaliyet yürüten Kürtler, başta Japon kamuoyu olmak üzere uluslararası ajanslarda sıkça yer almaktadırlar. Japonya’daki Kürtlerin örgütlenmesinin merkezini Japonya Kürt Kültür Merkezi (KKM) oluşturuyor. KKM’nin yöneticiliğini Vakkas Çolak, Eyüp Kurt, Bayram Taş ve Memo Yücel yapmaktadır. Vakkas Çolak aynı zamanda JKDD’nin sekreterlik görevini yürütmektedir. Vakkas Çolak, “Federal Kürdistan’ın Selahattin Üniversitesi’nde” Japon Dili ve Edebiyatı bölümünü açmanın yanında Japonya’da bir “Kürt Enstitüsü” açma projelerinin olduğunu belirtmektedir. 2019 yılı itibariyle Japonya’daki üniversitelerde Kürtçe seçmeli ders olarak verilmeye başlandı. Yanı sıra ilk defa Japonya’da Kürtçe-Japonca Gramer Kitabı ve Sözlüğü Nûbihar Yayınları tarafından basıldı. Tokyo Yabancı Araştırmaları Üniversitesi Kürt Dili Öğretim Üyesi Vakkas Çolak, “Özellikle Japonların Kürtleri, Kürtlerden öğrenmelerini sağlamak amacıyla böyle bir çalışma içine girdik. Başta Japonların Kürtlere bakış açısı, Kürdistan’ı işgal eden, parçalayan, sömüren ülkelerin bakış açısıyla aynıydı ancak bunu kırmayı başardık” açıklamasıyla esasen bu ve benzer çalışmaların maksadını da açıklamış olmaktaydı. Amaç elbette Kürtlerin ayrı bir millet, dili, devleti olduğu ve başta Türkiye olmak üzere Irak, İran ve Suriye tarafından işgal edildiği, sömürüldüğü propagandasını yayarak; uluslararası alanda hem bölücü terör örgütünü yasaklı listeden çıkarmak ve silahlı mücadelelerini meşru zemine çekmek yatmaktadır. Bu maksatla da dünyanın pek çok ülkesine yayılmakta, örgütlenmekte ve uluslararası destek elde etmek istemektedirler. Japonya’daki asıl amaç ise, statü kazanmaktır.

Bölücü terör örgütü PKK/KCK-Japonya’da örgütlenmesi sadece Japonya ile sınırlı kalmayacaktır. Örgütün temel amacı Asya ülkelerine de yayılarak, buralardaki ülkelerde de örgütlenmeye giderek, uluslararası desteği arkasına alarak sömürüldüğünü ve işgal edildiği yalanı üzerinden önce tanınmak, sonra tazminat ve toprak ile devletleşmeye gitmektir. Örgüt artık üçüncü aşamaya geçmek için süreci hızlandırmaya çalışmaktadır. KKD çatısı altında her hafta Kürt ve Japon kadınları bir araya gelerek, sözde kadın dayanışması adı altında örgütün propagandası ve Türkiye karşıtı algı çalışmaları gerçekleştiriliyor. Ortaklaşa yapılan yemeklerin satışların elde edilen gelir ile “insani yardım” yapıldığı ileri sürülmektedir. Her yıl düzenli şekilde “Newroz Bayramı” kutlamaları yapılmakta; bu etkinliklerde bölücü terör örgütüne ait flamalar ve örgüt liderinin posterleri sergilenmektedir. Bölücü terör örgütü PKK-KCK-J’nin örgütlenme ve propaganda çalışmaları Japonya’da bir Kürt Enstitüsü kurma çalışması ile devam ederken; son genel seçimlerde Japonya’da oy sandıklarından HDP birinci çıkmış, 2016 referandumda Japonya’dan yüzde 64 “Hayır” oyu çıkardılar.

Japonya-Kürdistan Dostluk Derneği

2009 yılında kurulan “Japonya-Kürdistan Dostluk Derneği”nin (JKDD), birçok Kürt siyasetçi ve Japon parlamenterden oluşan üyesi bulunmaktadır. JKDD’nin Başkanlığını Akinobu Kinoshita yapmakta ve JKDD’nin bir şubesinin de “Irak Kürdistan Bölgesi” (IKB) Erbil’dedir. Erbil yönetiminden bazı kişilerin son zamanlarda Japonya’da oldukça aktif olduğu görülmektedir. Siyaset ve İş dünyasından bazı Japonlar, KKD ve JKDD yetkilileri ile düzenli ziyaretler gerçekleştiriyorlar. Yanı sıra Antifa Hareketi üyesi Japonlar da ülkede PKK/YPG taraftarlığı yapmaktadırlar. Bu kişiler düzenli olarak Erbil’e gidip gelmektedirler. Bu Japon grubunun başındaki kilit isimlerden biri Kenshin Kinoshita’dır. Kenshin, Akinobu Kinoshita ile akrabadır ve gerek Erbil yönetimiyle gerek Japonya’daki PKK’lı Kürtlerle olan yakınlığı oldukça sıkıdır.

JKDD öncülüğünde, Kürtlerin Japonlarla olan ilişkileri ön plana çıkartılarak uyum sağladıkları ve maksatlarının sadece “kültür ve dil çalışmaları” üzerine odaklandıkları görüntüsü verseler de diğer taraftan örgütle iltisaklıların suça bulaşmalarını, kısa zamanda organize olup taşkınlık yapmalarını (hastane basmak gibi), Japon kadınlarına fiziksel ve sözlü sarkıntılıklarını kapatamamaktadırlar. KKD ve JKDD bir anlamda makyajlama diğer anlamda da KCK-J yapılanmasını bir üst seviyeye çıkartma görevi görmektedir. Bunlara ek olarak Japon iktidar ve muhalefet partisinden birçok Japon milletvekilinin üyesi olduğu “Japonya-Kürdistan Parlamentolar arası Dostluk Grubu” Kürt ve Japon ilişkilerinin geliştirilmesi amacıyla girişimlerde bulunmaya devam ediyor.

JKDD ile Erbil İlişkisi

Japon Hükümeti’nin, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ndeki (IKBY) Erbil’de konsolosluk açması[18], sık sık insani yardımlarda bulunması ve birkaç yıl önce Şengal’e ambulans göndermesi ilişkilerin boyutunu göstermesi açısından önemlidir. Japonya Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Kentaro Sonoura’nın yanı sıra Başbakan Neçirvan Barzani, Başbakan yardımcısı Kubad Talabani ve üst düzey yetkililer katıldığı konsolosluk açılışında dış işlerinden sorumlu Bakan Sonoura; “Kürdistan’a her türlü desteğe hazırız”[19] ifadelerini kullandı. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi IKBY ile Japonya ilişkilerinin temeli güvenlik odaklı mıdır, yoksa enerji odaklı mıdır sorusuna her iki ülkedeki genel kanının enerji ve siyasi merkezli olduğu yönündedir cevabı verilebilir. Bu noktada ortak düşünce şu şekildedir: “Japonya, enerji ihtiyacının % 80’ine yakınını Ortadoğu coğrafyasından karşılamaktadır. Bu açıdan da Ortadoğu’da istikrarın sağlanması için Kürtlerin siyasal haklarını elde etmesi konusunda Japonya’nın rol alması, kendi çıkarına da hizmet edecek gibi görünüyor. Bu aynı zamanda Japonya’nın Türkiye’deki şirketlerinin geleceği ve yatırımlarının güvenliği için Japonya’nın; Türkiye’de yeniden çözüm sürecine dönülmesini Beştepe’den tavsiye etmesi beklenebilir somut bir politikadır” şeklinde değerlendirilmektedir.

“Kürdistan Kızılayı- Heyva Sor a Kurdistanê”

“Heyva Sor a Kürdistane” yani “Kürt Kızılayı”, 04 Mart 1993’te Almanya Bohum’da PKK/KCK’dan bağımsız bir kuruluş olduğunu göstermek ve Hükümet Dışı Kuruluş (NGO) sıfatı kazanabilmek için kurulmuş ve başta Almanya olmak üzere İsveç ve Birleşik Krallık da dâhil olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde bağış toplama şubeleri ile faaliyetlerini sürdürmüştür. Ancak 2016 yılında Almanya’da, deprem zamanında ve diğer zamanlarda topladığı paraları bölücü terör örgütüne gönderdiği yönünde dava açılmış ve PKK ile iltisaklı olduğu gerekçesi ile yasaklanmıştır. Almanya’da 2016 yılında yasaklanan sözde “Kürt Kızılayı” HEV-KOM adı altında Almanya’nın Düseldorf şehrinde faaliyetlerini sürdürmeye devam etmektedir. 2016 yılında Japonya’da faaliyetlerini yürütmeye başladığını duyurmuştur.

Sözde Kürt Kızılayı, bölücü terör örgütü PKK/KCK’nın yurtdışında kurduğu şubeleriyle topladıkları paraları, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) karşı silahlı eylemlerde bulunan örgüt mensuplarına ve örgüte finans temin etmektedir. Sözde Kürt Kızılayı, yıllarca Avrupa ülkelerinde, örgüte başta eleman temini, kamuoyu oluşturma ve maddi, lojistik destek sağlama konularında faaliyetler yürütmektedir. “Heyva So”r adlı illegal kuruluş, PKK’nın sözde 3. Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda örgütte faaliyet yürüten ve ölen teröristlerin geride kalan yakınlarına ve örgüte finans sağlama amacıyla sözde “Şehit ve Tutuklu Aileleriyle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği” (HEV-KOM) adı altında organizasyon oluşturmuştur.

Örgütün yayın kuruluşlarından ANF Haber Ajansının 7 Şubat 2016’da duyurduğu habere göre “Heyva Sor”, “Kuzey Kürdistan’daki halk için yardım kampanyası başlatmış, Japonya’da toplanan yardımları Sur, Silopi, Nusaybin, Dargeçit ve Cizre’ye göndermiştir. Heyva Sor a Kürdistane Japonya yöneticisi Şah İsmail Elma, “Bizler Japonya’da yaşayan Kürtler olarak bugün bir destek verebildiysek ne mutlu bize… Bizler Japonya’dan halkımızın ihtiyaçları için elimizden gelenin en iyisini yapacağız”[20] diye belirtti.

Siyasi İlişkiler ve Lobicilik Faaliyetleri

2024 yılı Türkiye-Japonya 100. Diplomatik yılı olması bakımından oldukça kritik bir süreçte Japonya’daki PKK/KCK-Japonya’nın örgütleri, ikili ilişkiler ve işbirliği içinde oldukları siyasi partiler, siyasetçiler, iş insanları, medya, akademik çevrelerden aldıkları lobi destekleriyle PKK yasaklı terör örgütü listesinden çıkarıldı. Akabinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bölücü terör örgütü PKK ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle Japonya’da bulunan birçok kuruluş ve kişinin Türkiye’deki mal varlıklarını 29 Kasım 2023’de dondurma kararı aldı. Bunun üzerine Japonya’nın Ankara Büyükelçiliği, terör örgütü PKK’nın, Japonya’nın Kamu Güvenliği İstihbarat Teşkilatının (PSIA) terör örgütleri listesine dâhil edildiğini[21] açıkladı.

Japonya’daki örgütle iltisaklı, bağlantılı kuruluşlar başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerindeki örgütlenme ve lobicilik faaliyetleri kadar deneyimli değillerdi. Yıllarca bölücü terör örgütünün yasaklı listeden çıkarılmasına örgüt ve ilişkili siyasi parti, lobiler, Sivil Toplum Kuruluşları (STK) gayret gösterdiler. Ancak bu sefer Japonya’dan Asya merkezli PKK/YPG’yi meşrulaştırma süreci çalıştırıldı. Japonya’nın Irak Büyükelçisinin Irak Türkmen Cephesi (ITC) temasları ve açıklamaları gerçekleştiği zamanlarda Irak’ta; Yerel Meclis Seçimlerine kısa bir süre vardı ve Barzani’ye bağlı Peşmergeler, Kerkük’te yeni bir istikrarsızlığa adım atma eğilimindeydiler. Bu dönemde Erbil yönetimi ile Japonya’dan Kinoshita öncülüğünde yapılan görüşmelerin derinliği ve detayı nedir bilemiyoruz ancak Konsolosluğun sıkça ITC liderleriyle bir araya gelmesi oldukça önemliydi.

Örgütün Finans kaynakları

Hiçbir terör örgütü yoktur ki, finans desteği almadan varlığını devam ettirebilsin. Terör örgütlerinin finans/maddi kaynaklarının başında silah kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti, göçmen ve insan ticareti vd., öne çıkmaktadır. Yanı sıra terör örgütleri ile organize suç örgütleri de ortak hareket ederler. Bunun anlamı: organize suç örgütleri gerek silah kaçakçılığı gerek diğer kaçakçılık ve uyuşturucu tacirleriyle işbirliği içindedir, tacirlere yeni müşteriler, örgütlere de tacirlerin üzerinden uyuşturucu satışından elde edilen paranın silaha ve aklanmasını sağlarlar.

Hangi ideolojik güdülerle hareket ederlerse etsinler örgütlerin uyuşturucunun satış, dağıtım trafiğinde etkin rol oynadıkları ve bu konuda 1970’lerden itibaren de bölücü terör örgütünün oldukça mahir olduğu ilgili ülkelerin istihbarat raporlarında belirtilmektedir. Uluslararası ticaretin neredeyse %10’u uyuşturucudan elde edilmektedir. Birleşmiş Milletler (BM) 2021 uyuşturucu raporuna göre, terör örgütlerinin uyuşturucudan elde ettiği gelirin milyar dolarlar olduğu şeklindedir. Özellikle Avrupa ülkelerinde uyuşturucunun yapımından dağıtımına kadar en etkin olan örgüt PKK/KCK-E’dir. Bu örgüte ve uyuşturucu ticareti yapan teröristlere göz yumulması da devlet sorumluluğu ilkesi ile bağdaşmamaktadır.

Bölücü terör örgütü, sadece Avrupa’da değil, 1990’lardan itibaren örgütlenmeye/yapılanmaya çalıştığı Japonya’da da kendine bu alanda zemin bulmuştur. 2017’de, İstanbul Atatürk Havalimanında Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) mensuplarınca yakalanan[22] Vakkas Dündar’ın, PKK-KCK-Japonya’nın uyuşturucu ve haraçlardan elde ettiği paraların kasası olduğu ve yakalandığında üzerinde yapılan aramada 4 Bilezik, ziynet eşyaları, 24 Milyon 313 Bin Japon Yeni, 4593 Dolar ve çok sayıda dijital malzeme ele geçirilmişti. 1 yıl tutuklu kaldıktan sonra salıverilen Vakkas Dündar şu an Japonya’da yıkım şirketi sahibi olarak yaşamaktadır.

Benzer durum ve gelişmeler Hong Kong’da da devam etmektedir. Kaitai’de yıkım şirketlerinin hemen hepsinin sahibi PKK’lı Kürtlerdir. Bu şehirdeki organizeyi Vakkas Dündar’ın ağabeyi Mehmet Dündar bazı Japonlarla birlikte organize etmektedir. Japonya’daki Kürtlerin, özellikle yıkım şirketi olan Kürt erkeklerin hemen hepsinin saç ve sakal tıraşlarının benzer olması da ayrıca dikkat çekicidir. Kendilerini yakından tanıyan bir haber kaynağım, saç ve sakal tıraşları ve Zülfikar, Med ile Yuvarlak Altın kolye kullanan Kürtlerin ortak paydası “PKK’lı olduklarını belli etmek amacıyla yaptıklarını/taktıklarını” dile getirmiştir.

Medya Faaliyetleri

Japonya’daki bölücü terör örgütü, propaganda stratejilerini sadece Kürtlerin sorun yarattığı Kawaguchi şehri ile sınırlı tutmuyor tüm ülke ve Asya ülkeleri geneline yayıyordu. Tıpkı örgütlenme örneğini aldığı Avrupa ülkelerinde olduğu üzere; PKK ve teröristleri aklamaya yönelik çalışmaları bu sefer Manga çizgi romanlarında Yasuhiko Yoshikazu ismiyle “Kürt Yıldızları” olarak yayımlandı. Kısacası bu çizgi roman dergisinde verilen ana mesaj: “Kürtlerin ülkesi olmayan en büyük ve mazlum millet olması”. Bu strateji oldukça bilinçli bir çalışmaydı çünkü örgütün hedef kitlesi bu çalışmadan belli oluyordu. Aynı zamanda yıllarca Avrupa ülkelerinde, yazılı medya faaliyetlerinden çok daha ses getiriyordu.

Japonya’da bazı Türklerin sosyal medya hesaplarından, Japonya’daki PKK ile iltisaklı Kürtlerle ilgili paylaşım yapmaları sonucu örgütle iltisaklı kişilerin bir Japon milletvekilini yanlış haberlerle kullandığı da bir gerçek. Örneğin, Japon Milletvekili Wada Masamune sosyal medya X hesabından yaptığı paylaşımında: Japonya’da aktif görev yapan (ajan olarak değerlendirdiği) enternasyonal devlet destekli öğrencilerin varlığından haberdarız” açıklaması ile kast ettiği kişinin Ortadoğu uzmanı Liyama Akari olabileceği yüksek ihtimal. Zira Japon sağ kanadını temsil eden ve Ortadoğu uzmanı olan Liyama Akari, bölücü terör örgütü PKK konusuna Japonya’da en çok dikkat kesilen ve bunu öğrencilerine de anlatan biri. Günlük youtube yayınların sıkça Türkiye ve bölge gündemiyle ilgili yayınlar yapan Akari’nin hedefinde, PKK ile iltisaklı Kürtleri koruyan ve destekleyen sol partili Wada Masamune ve milletvekilleri vardır. Bu sol parti milletvekillerinin Japonya’daki PKK ile iltisaklı konuya bakarken temel argümanları: “Çin, Uygur Türklerine terörist dedi diye bizler Uygur Türklerini terörist kabul etmiyoruz. Dolayısıyla Türkiye, Japonya’daki Kürtleri ve PKK/YPG’yi terör örgütü tanıyor diye biz tanımak zorunda değiliz” demektedir.

Bu arada Japon Antifa Hareketi[23] de gözlerden kaçmamaktadır. Bunlar Japonya’da PKK/YPG propagandası yapmaktadırlar. Japonya’daki bilgi kaynağım, JKDD’nin başkanı Kinoshita’nın Soka Gakkai ile bağının olma olasılığını yüksek gördüğünü dile getirmiştir. Bu arada Japonya’da Moon tarikatı ile Nippon Kaigi arasındaki bağlantı ayrıca incelenmeye değer. Çünkü Moon Tarikatı, Japonya’da FETÖ benzeri bir yapılanma içindedir. Fethullahçı Terör Örgütü’nün Japonya’da Moon Tarikatı ve Scientology Vakfı ile işbirliği içindedir. Bu arada 2022 yılında Japonya’da, Ekonomik Canlanmadan Sorumlu Devlet Bakanı Daişiro Yamagiwa, tartışmalı ‘Moon Tarikatı’ ilişkileri nedeniyle istifa kararı aldı. Fon istismarı ve Birleşme Kilisesi olarak da bilinen Moon Tarikatı bağlantısı nedeniyle eleştirilen Yeniden İnşa Bakanı Akiba Kenya da görevden alındı[24].

Kinoshita, Japonya’daki “Kürdistan’ın meşrutiyeti” çalışmalarında, Kürtlerin Japonya’da kalabilmesinde, PKK/YPG destekçisi Antifa Hareketi ile organize gibi pek çok bağlantılı konuda kilit isimdir. Kinoshita’nın, örgütün düzenlediği pek çok organizeye konuşmacı olarak katıldığının haber ve resimleri açık kaynaklarda mevcuttur. Düzenlenen haftalık, aylık ve yıllık sözde etkinliklerde, özellikle PKK/YPG terör örgütü paçavralarını tutan Norifumi Namiki, kendisini gazeteci olarak tanıtan Japon Antifa Hareketi’nin bir üyesidir.

Emin Yurumazu isimli kişi, X hesabından 05 Aralık 2023 tarihinde yaptığı paylaşımda: Kawaguchi’ deki Kürtlerin çeşitli sorunları olabilir ama bu onların Japonya’ya uyum sağlayamayacakları anlamına gelmez diyerek; Kawaguchi merkezli Kürtlerin PKK’lı olmadığı yönünde algı politikası yapmaktır. Çünkü Japonya’daki Türkler arasında kendisi FETÖ’nün Japonya imamı olduğunu ileri sürmektedirler. Bu ve benzer paylaşımlar Japonya’da faaliyet gösteren PKK-FETÖ işbirliğini ve ortak çalışmalarını öne çıkarmaktadır.

Japonya’da 2012-2020’deki göreviyle ‘ülkenin en uzun süre görevde kalan başbakanı’ unvanına sahip Şinzo Abe’nin, Temmuz’da uğradığı suikastın siyasi yankıları devam ediyor. Meclis seçimleri arifesinde Abe, 8 Temmuz’da partisinin, batıdaki Nara kentindeki açık hava etkinliğinde yaptığı konuşma esnasında açılan ateşle suikasta kurban gitmişti[25]. Cinayet zanlısı Yamagami Tetsuya, Birleşme Kilisesi (FFWPU) olarak tanınan dini yapılanmaya destek veren mesaj yayımladığı gerekçesiyle Abe’ye kin beslediğini belirtmişti. Polis sorgusunda zanlı Yamagami’nin, FFWPU’ya yönelik annesinin bağışlarının, ailesini iflas ettirdiğini savunması sonrası Japon kamuoyu, siyaset-kilise ilişkilerine yönelmişti.

Sonuç yerine:

20 yıl boyunca Almanya’ya yaşamış ve Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin neredeyse büyük bölümünde bölücü terör örgütü PKK/KCK’nın yapılanmasına yakinen tanık olmuş bir güvenlik ve terörizm çalışanı olarak; 1990’ların başından itibaren Japonya’ya giden örgütle iltisaklı Kürtlerin Japonya yapılanması da Almanya yapılanmasına paralel şekilde sürdürülmektedir.

Almanya, bölücü terör örgütünün yıllarca ve halen daha uyuşturucu, finans, kara para aklama, eleman temini, siyasallaşma ve örgütü meşru zemine çekme mücadelelerinde Avrupa’nın merkez üssü konumundadır. Örgütün, Avrupa ülkelerindeki ilk yapılanması, çatı kuruluşları, legal/illegal derneklerinin kurulmasıyla Almanya rol model ülke olmuştur.

Japonya’da, örgütün şimdilik legal bir şekilde yapılanma ve çatı kuruluşlar oluşturma modeli Almanya modeline benzer şekilde yürütülmektedir. Japonya, örgütün ve liderlerinin, uluslararası alanda yasaklarının kaldırılması, meşru zemine çekilmesi aşamasında Asya yapılanmasının ana üssünü oluşturmaktadır.

Henüz daha Almanya veya diğer Avrupa Birliği ülkelerindeki yapılanma gibi güçlü olmasa da kendilerine tanınan tutum ve destekle zaman içinde belirli bir yaptırıma ulaşacaktır. Japonya’da, henüz silahlı eylemlere girişmemiş örgütle bağlantılılar şimdilik sempatizan görüntüsü verseler de hastane baskını veya sosyal medya örgütlenmesinde oldukları üzere kısa zamanda örgütlenebiliyorlar. Japonya’daki örgüt yapılanması Asya bölgesindeki yapılanmanın merkezini teşkil edecektir. Bölücü terör örgütü PKK, Asya ülkelerindeki kimi terör örgütleriyle işbirliğine giderek ortak terör eylemlerinde bulunduğu 1970’lerden bilinmektedir. Bölücü terör örgütü PKK/KCK’nın, günümüzde Güney Asya ülkesi Sri Lanka’da Tamil kaplanları (TK) ile olan işbirliği bilinmektedir. Örgütün Japonya merkezli Asya yapılanması şimdilik silahsız, sözde kültürel ve dil çalışmaları şeklinde sürse de; örgütün belki de ileride Avrupa ülkelerinden kesilecek finans temini ve eleman teminini Asya üzerinden temin etmeye yönelik gerçekleşebilir.

Japonya’nın, bölücü terör örgütü PKK/KCK-Japonya’ya gösterdiği tutum, Türk-Japon Dostluğunu da zedeleyecektir. 2024 yılının Türkiye-Japonya Diplomatik 100. yılında Japon dostlarımızın tutumu Türk milleti tarafından da değerlendirilecektir. Ertuğrul Fırkateyni Faciası’nda gördüğümüz dostluk Türk milletince unutulamayacağı gibi, örgüte olan destek de unutulmayacaktır.

[1] Ömer Kalaycı, Bağımsız Araştırmacı Yazar, Güvenlik ve Terörizm Çalışır, [email protected]

[2] Türk Dil Kurumu (TDK), https://sozluk.gov.tr/

[3] Sait Yılmaz, Başarısız Devlet, academia.edu.tr, (12 Nisan 2019).

[4] Sait Yılmaz, Uygarlıklar, İmparatorluklar ve Savaşlar, academia.edu.tr, (Temmuz 2020)

[5] Yılmaz, (2020)

[6] Yılmaz, (2020)

[7] Sait Yılmaz, Travmatik Devletler, (16 Ocak 2023)

[8] Carroll Quigley A History Of The World In Our Time, MacMillan, (1966), (1966), 5.

[9]Stephen Turnbull, The Samurai; A Military History, Routledge, (1996), ix.

[10] Theodore de Bary, Sources of Japanese Tradition, V.I, Columbia University Press, (2001), 269.

[11] R.H.P. Mason and J.G. Caiger, A History of Japan, Tuttle Publishing, (2004), 54.

[12] Susan B. Hanley and Kozo Yamamura, Economic and demographic change in preindustrial Japan, 1600– 1868, Princeton University, (1977), 69–90

[13] Sait Yılmaz, Yol Ayrımındaki Japonya, academia.edu.tr, (Ocak 2014).

[14] Sait Yılmaz, Japonya Ulusal Güvenliği, academia.edu.tr, (Haziran 2015).

[15] Dan Blumenthal, Michael Mazza, Japan: Land of the Rising Gun, American Enterprise Institute, (December 20, 2013).

[16] §1. JAPONYA’NIN MÜLTECİLİK KABULÜ SİSTEMİNİN ANA HATLARI Mültecilerin Konumu ile ilgili Antlaşma ve Mültecilerin Konumu ile ilgili Protokol’ün 1982 yılında Japonya’da yürürlüğe girmesiyle birlikte, Mülteciler Antlaşması ve Protokolü’nde belirlenen hükümlerin yurtiçinde uygulanması için mültecilik kabulü sistemi düzenlenmiştir. Burada kullanılan “mülteci”, Mülteciler Antlaşması 1. Maddesi hükümleri veya Protokolü 1. Maddesi hükümleri uyarınca, Mülteciler Antlaşması’nın uygulanacağı bir mülteci demektir. O da, ırk, din, uyruk, belirli bir sosyal topluluğa üye olmak veya sahip olduğu siyasi görüş nedeni ile zulme uğrayacağına yeterli sebebe dayalı korku ihtimali olduğundan, uyruk ülkesi dışında bulunan kimse olup, uyruk ülkesi tarafından korunamayan veya onu umut etmeyen kimse olarak belirlenmiştir. https://www.moj.go.jp/isa/content/930002286.pdf

[17] BBC Türkçe, Türkiye’den binden fazla kişi Japonya’ya sığınmak için başvurdu, 14 Şubat 2017.

[18] AA, Japonya Erbil’de konsolosluk açtı, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/japonya-erbilde-konsolosluk-acti/725275, 11.01.2017.

[19] İlke Haber, https://www.ilkehaber.com/haber/japonya-kurdistana-her-turlu-destege-haziriz-41704.htm, 11.01.2017.

[20] ANF NEWS, “Heyva Sor a Kürdistane Japonya’da da faaliyetlerine başladı”, 7 Şubat 2016.

[21] AA, PKK, Japonya’da Kamu Güvenliği İstihbarat Teşkilatının terör örgütleri listesine alındı, 06 Aralık 2023.

[22] Aydınlık Gazetesi, PKK’nın Japonya kasası yakalandı, 25 Ağustos 2017.

[23] Aşırı sağ gibi, dünya çapındaki Antifa Hareketi üyeleri farklı grupların bileşiminden oluşuyor, ancak en aktif olan gruplar ABD, İngiltere ve Almanya’da bulunuyor. Almanya’daki hareket 1932 yılında, hızla yükselen Nazi partisine karşı koyacak aşırı solcu militan bir grup oluşturmak üzere kuruldu. Hitler’in, parlamentonun kontrolünü sağlaması üzerine 1933 yılında dağıldı ve Berlin Duvarı’nın çökmesinden sonra 1980’lerde Neo-Nazilere yanıt olarak yeniden ortaya çıktı.

[24] AA, Japon Bakan, Moon Tarikatı ile ilişkisi nedeniyle istifa etti, 24. 10. 2022.

[25] BBC News Türkçe, Şinzo Abe suikastı: Eski Japonya başbakanı silahlı saldırıda öldürüldü, 8 Temmuz 2022.

Örselenmiş Devlet Japonya ve Terörizm

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Börü Budun Dergisi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!