Gülper YILMAZ

Cumhuriyet’in 102. Yılında: Aydınlıktan Karanlığa mı?

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

🇹🇷🇹🇷🇹🇷

Bu sabah uyandığımda, bir an için 1923’ün sabahına uyandığımı hayal ettim. Henüz Cumhuriyet ilan edilmiş, savaş yorgunu bir milletin kalbi yeniden umutla atıyordu. Yıkılmış evlerin taşları üst üste konuyor, tarlalar yeniden sürülüyor, çocukların gözlerinde yepyeni bir ülkenin ışığı yanıyordu. Yokluk vardı, evet. Açlık, yoksunluk, eksiklik vardı. Ama hiçbirinin önemi yoktu çünkü yüreklerde bir hazine vardı: özgürlük umudu.

(29 Ekim 1923 — Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı.)

Anadolu’nun dört bir yanında, yırtık postallarıyla, yamalı ceketleriyle ama başı dik bir millet ayağa kalkmıştı. Cephede mermiyle, evinde ekmekle savaşmış ama yılmamıştı. Çünkü o milletin başında, “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diyen bir önder vardı. Mustafa Kemal Atatürk, sadece bir savaş kazanmamıştı; bir zihniyet devrimi başlatmıştı.

O sabah güneş, yorgun bir ülkenin üzerinden doğarken yalnızca yeni bir yönetim biçimi değil, yeni bir yaşam felsefesi de doğuyordu. Kadın, insan sayılıyordu. Köylü, devletin efendisi oluyordu. Okuma-yazma seferberliğiyle, halkın eline ilk kez kalem tutuşturuluyordu.

(3 Mart 1924 — Halifeliğin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulü.)

O günlerde cehaletin zinciri kırılmıştı. Hurafelerin, yobazlığın, “böyle gelmiş böyle gider” diyen köhne düşüncelerin sonu gelmişti. Atatürk, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek bir yol çizmişti milletine. O yol, karanlıktan aydınlığa çıkan bir ışıktı.

Ama bugün, 102 yıl sonra, aynı ülkenin sabahına uyandığımızda ne görüyoruz?

Yine hurafeler, yine çıkar uğruna dinin istismar edilmesi, yine cehaletle beslenen bir düzen. İsimler değişti, maskeler yenilendi ama zihniyet bir yerlerde tekrar hortladı. Artık kimse “ileriye” demiyor; herkes birbirini ötekileştiriyor, kutuplara bölüyor. Oysa Atatürk’ün “muasır medeniyetler seviyesine çıkmak” hedefi, birlikte yürünmesi gereken bir yoldu.

Cumhuriyet’i kuranlar, yoksulluk içinde bile onurluydu. Bugünse zenginlik içinde bile vicdansızlık ve kayıtsızlık hâkim. O gün cehalet düşmandı, bugün ise bazı eller tarafından besleniyor. “Din elden gidiyor” diye korkutanlar, aslında dini kendi çıkarlarına alet edenlerdir. Çünkü gerçek iman, insanı akıldan, vicdandan ve adaletten ayırmaz.

(1 Kasım 1928 — Harf Devrimi ile okuma yazma oranının yükseltilmesi hedeflendi.)

Biz o günleri “karanlığı yendik” diye kutladık. Ama şimdi sanki yeniden o karanlığın gölgesi üzerimize düşüyor. Cumhuriyet’i sadece bir yönetim biçimi olarak görmek büyük yanılgıdır. Cumhuriyet; düşünmeyi, sorgulamayı, eşitliği ve ilerlemeyi simgeler. O yüzden her 29 Ekim, yalnızca bir kutlama değil, aynı zamanda bir vicdan muhasebesi olmalıdır.

Bugün bu topraklarda Atatürk’ün adı hâlâ yankılanıyorsa, demek ki hâlâ umut var. Çünkü o umut, bir kişinin değil, bir milletin damarlarına işlemiştir. “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” diyerek bizlere bir emanet bıraktı.

O emaneti taşımak, sadece bayrak sallamakla değil; adaleti savunmakla, bilimi yüceltmekle, cehaletle savaşmakla olur. Cumhuriyet; unutanların değil, koruyanların omzunda yaşar.

Bugün 102 yıl geçti. Dönüp baktığımızda, sormamız gereken tek soru şu:

Biz, Atatürk’ün kurduğu o aydınlık ülkenin çocukları olarak hâlâ aynı yolda mıyız, yoksa karanlığa geri mi dönüyoruz?

🖋️ Gülper Dağ Yılmaz

📅 29 Ekim 2025 — Cumhuriyet’in 102. yılı anısına

Cumhuriyet’in 102. Yılında: Aydınlıktan Karanlığa mı?

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Börü Budun ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!