Bozkurtun Gölgesinde Unutulan Gerçekler
Son yıllarda meydanlarda, ekranlarda, sosyal medyada “bozkurt” kelimesi öyle kolay, öyle alelade telaffuz edilir oldu ki kelimenin ağırlığı hafifledi, anlamı örselendi. Oysa bozkurt; bir sembol değil, bir duruşun, bir tarihin, bir yolculuğun adıdır. Bozkurt demek; bilgeliğin, sezginin, ferasetin ve gerektiğinde bedel ödemekten çekinmeyen bir iradenin temsilidir.
Bugünün siyasi arenasında ise birçok kişi, bu kadim sembolün arkasına sığınıp onun yükünü taşıyamayacak sözler söylüyor, pozlar veriyor. Oysa bozkurt olmak, sadece bir el işaretiyle değil, yürekle, duruşla, adaletle, cesaretle olur. Bozkurt dediğiniz; bir makamın, bir kürsünün, bir sandalyenin değil, bir milletin sesiyle yürür. Yeri gelir bilgisiyle hesap sorar, yeri gelir susarak bile heybetini gösterir. Çünkü onun gücü lafta değil, karakterdedir.
Tarihe bakın: Bozkurt dediğiniz, önce aklıyla zafere yürür. Duruşuyla heybetini hissettirir; varlığıyla düşmana korku salar. Gözünü yükseğe diken, engeli görünce geri adım atmayan odur. Dağa taşlara, fırtınalara kulak asmayan; yolunu kendi açan da odur.
Bugün ise bazıları bozkurtun adını taşır ama yükünü taşıyamaz; sembolü kullanır ama manasını kavrayamaz. Çünkü bozkurt olmak, görüntüde değil, ruhta başlar. Tarihin bozkurtları, gücünü makamdan değil, milletinden alırdı. Onların yürüyüşü gürler, sözleri dağların yankısını taşırdı.
Ve işte bu yüzden hatırlatmak gerekir:
“Bozkurt dediğin, şimdiki kişilerin gösterişinde değil; eskilerin dağı taşı yaran, engeli korku değil cesaret bilen yüreklerinde saklıydı. Gerçek bozkurtlar, sözüyle değil, yapıp geçmesiyle tanınırdı.”
Gülper YİLMAZ
Sevgi ile kalın











