GİRİŞ
Osmanlı Devleti’nin ilk 50-60 yılına ait bilgileri yabancı kaynaklardan öğreniyoruz, çünkü Osmanlı kaynaklarında bu bilgiler ya yoktur ya da gizlenmiştir.
Bazıları, hiç okumadıkları kaynakları yorumlayarak neden onları küçümsemeye çalışıyor? Onlar öyle yapınca, o kaynaklar yok mu oluyor?
Örneğin: İmrozlu Kritovulos’un kitabının orijinal el yazması Topkapı Sarayı’ndadır.
İş Bankası Yayınları’ndan da çıkan bu kitabın girişine baktığımızda, tarihçi Prof. Dr. Erhan Afyoncu hocanın 2001 yılında yazdığı önsözde erken dönem Osmanlı kaynaklarının önemine vurgu yaptığını görmekteyiz.
Bu kitap, Osmanlı hanedanının Persleşmiş Yunan kökenli olduğunu aktarmaktadır. Kritovulos, kitabını Fatih Sultan Mehmed’e sunar. Fatih de ödül olarak, Kritovulos’un doğduğu İmroz (Gökçeada) adasını kendisine hediye eder.
Bu durum şu açıdan önemlidir: “Bizans İmparatoru Muhammed’im” yazılı madalyon bastıran Fatih, ya durumun farkındadır ya da bu durum hoşuna gitmiş ve Bizanslı olmayı içselleştirmiştir.
Zaten, İstanbul’da yaşayan 14.803 Türk ailesini Balkan köylerine sürgün edip bu evlere el koyduğunu ve Avrupa’da sürünen Yahudileri getirip bu evlere yerleştirdiğini biliyoruz. Osmanlı tarihçilerinin babası Prof. Dr. Halil İnalcık ve öğrencisi Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın TRT ve Habertürk TV programlarından bu bilgileri ediniyoruz.
Yine, Fatih Sultan Mehmed’in Bursa’daki Ermeni Patrikhanesi’ne vergi vb. imtiyazlar vererek Ermenileri İstanbul’a taşıdığı ve Türklerin evlerini onlara tahsis ettiğini de biliyoruz. Daha sonra ise İstanbul’a Türklerin girişine sınırlama getirilmiş; eşraftan iki kefilli (borcu yoktur ve geri döneceğini garanti eden) “Muhtesip Vizesi” uygulaması başlatılmıştır ki bu uygulamanın belgesini ilk kez ben paylaşmıştım.
https://x.com/Saka_larr/status/1404051784583233541?t=SXknUvj0G4Oh4pDYt27iEg&s=19
Öte yandan, Mora kuşatması sırasında kardeşi ölen, kendisi de esir düşüp Fatih’in oğlu I. Mustafa’nın hizmetine giren Giovanni Maria’nın, Osmanlı sarayında 13 yıl yaşadığını; Mustafa ölünce Fatih’in hizmetine geçtiğini, Fatih’in ölümünün ardından ise diğer oğlu II. Bayezid’in hizmetine girdiğini ve II. Bayezid’in onu Akkoyunlulara elçi olarak gönderdiğini, kendi yazdığı “Türk Tarihi” adlı eserinden biliyoruz.
Giovanni Maria eserinde şöyle der: Osmanlı hanedanından ilk kişinin adı, Bizans’ta yaşayan ve çiftçilik yapan Zich adlı bir kişidir. Zich ölünce, oğlu Osmanisken (bugün Osman Gazi dediğimiz kişi) 15 yaşında babasız kalmış ve sokak çocuğu olmuştur.
Bu çocuk etrafına topladığı 150 kişilik bir grupla Bizans’a ait yağlı bir kervanı Yalova Koyulhisar’da soymuş yağma etmiştir. Prof. Dr. Halil İnalcık da bu görüşte olup, TV ekranından Osmanlı’nın kuruluşunu Koyulhisar’da 1302 tarihinde olduğunu aktarmıştır.
1299 Söğüt kuruluşu doğru değildir; bunu, sonraki dönem Osmanlı kaynaklarının uydurduğunu söyler. Zaten 1299 tarihini de Söğüt’e gelip yerleşmek olarak verirler ama “menşei belli değildir” der. Yine Halil İnalcık hoca, Osmanlı’nın Kayı boyuna parayla bağlanma hikâyesini Habertürk TV ekranlarında anlatmıştı.
Giovanni Maria’nın eserinde adı Morathai diye geçen, bizim II. Murad diye bildiğimiz kişi (Fatih’in babası), sarayın yazıcısına soy kütüğünü Bizans’tan ayırarak Oğuzların Kayı boyuna bağlatmıştır. Bu adımın, Anadolu’daki Türkmen Oğuzların Timur’un torunu Şahruh’un peşinden gitmelerini engellemek amacıyla alınmış bir tedbir olduğunu, Kayı nazariyesinin ise tamamen bir masal olduğunu Prof. Dr. Halil İnalcık’tan dinlemiştik. Ben de bu konuşmayı paylaşmıştım; 10 milyon kişi izlemişti.
Demek ki, Anadolu’daki Türkmen Oğuzları kandırmak için, Osmanlı’nın kuruluşundan 140 yıl sonra, Morathai zamanında (Sultan II. Murad döneminde), 1443 yılında Osmanlı Hanedanı, Oğuz Kağan’ın oğlu Günhan’ın oğlu Kayılara bağlanmıştır. Halil İnalcık hoca ne diyordu? “Kayı nazariyesi tamamen bir masaldır. Bu fakir bunları yazdı ama okumuyorlar…”
Giovanni Maria’nın, İtalya’ya döndükten sonra yazdığı Türk Tarihi adlı eserinde (ki kitabın orijinal adı bu değildir), Osmanisken’in oğlu (Orhan Gazi diye bildiğimiz kişi), ismi Türk olan ve oğlunun adı da Karaman olan bir Karaman Beyi’nin kızıyla evlenince, bu evlilik sayesinde Karaman Beyi’nin 12.000 kişilik ordusunun komutasını da alıyor.
Osmanlı böylece güç kazanıyor ve Bizans’ın vergi toplayamadığı Gelibolu, İmroz ve civarındaki beylerin üzerine yürüyüp tahsilat yapıyor. Bu süreçte Bizans tarafından da destekleniyor. Yani Osmanlı’yı ilk dönemde hem Bizans hem de Karaman Beyi destekliyor.
1360 yılına gelindiğinde, Vatikan ile Yunan beyleri, Bulgar Kralı Marco liderliğinde bir ordu kurarak Bizans’ın üzerine yürümek için hazırlık yapıyorlar. Bizans ise bu defa Osmanlı’dan ve Karaman’dan yardım istiyor. Osmanlı, Karaman ile birlikte 12.000 kişilik bir orduyla Bizans’a yardıma gidiyor; Vatikan’ı, Bulgar Kralı Marco’yu ve ordusunu yeniyorlar.
Bizans, bu ordudan 5.000 kişilik birliği paralı asker olarak Konstantinopolis’i koruması için tutuyor; 7.000 kişilik birliği ise geri gönderip çeşitli ödüller veriyor.
Bunların hepsi Giovanni Maria’nın kitabında yer almaktadır; elbette daha fazlası da var. Devamını merak ediyorsanız, bu kaynak eserleri okuyabilirsiniz.
Gelelim Osmanlı hanedanını Türklüğe bağlama gayretinize…
Geçen yıl, Gündem Arşivi’ne “Osmanlı hanedanı Türk ise Türklerin bundan neden haberi yoktur?” başlıklı bir yazı yazmıştım. 5 milyon kişi okudu; umarım siz de okumuşsunuzdur. Eğer okuduysanız, o yazıda bazı konuların altını çizdiğimi görmüşsünüzdür…
Örneğin:
Neden Türkler İstanbul’a vizeyle girerken, Rum, Ermeni, Yahudi ve Levantenlere vize uygulanmıyor?
Neden Boğaz’ın iki yakasında ve Marmara Denizi çevresindeki yalı ve köşklerde Türkler değil, Rum, Ermeni, Yahudi ve Levantenler oturuyor?
Neden Osmanlı iktisadi sisteminde Türk’ün adı yoktur? Her şey Rum, Ermeni, Yahudi ve Levantenlerindir?
Hiç mi yüreğiniz sızlamıyor, Anadolu’daki Müslüman Türklerin sefil hâlini anlatan, 1919 tarihli, Ahmet Haşim’in Bursa milletvekili Refik Bey’e yazdığı Niğde-Nevşehir teftiş mektubunu okuyunca?..
Hiç Yemen Ağıtı dinlemediniz mı?
Neden Yemen Ağıtlarını sadece Türk Analar yakardı?…
Osmanlı, 1536 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde Yemen’de bir kaleyi zapt ediyor ama 400 yıl boyunca fethedemiyor. Neden?
Yemen’deki yerel aşiretlere mi gücü yetmiyor? Yoksa Yemen, Türklerin kırılıp yok edildiği, bir Türk mezarlığı olarak mı görülüyor?
Zaten, Selçuklu döneminde Anadolu’nun %80’i Türkleşmişken, Osmanlı’nın sonunda bu oran %50’nin altına düşmüştür.
Kitabın üzerine detay için Bknz: Osmanlı’nın Son Hikayesi 🔽
Bilge Atatürk’ün meşhur bir sözü vardır. Diyor ki:
“Artık Türk çocuğu Arap çölleri için kanını dökmeyecektir.”
Çünkü biliyor ki, bitmek bilmeyen savaşlarda yalnızca Türk çocukları savaştırılıp kırdırılmaktadır!
Peki, kim çıkartıyor bu kanunları?
Tıpkı bugün olduğu gibi: Gayri Türkler, kripto unsurlar!
Osmanlı’nın dağılma sürecinde, içinden yaklaşık 30 ayrı devlet çıktı. (İttihatçıların Tehcir uygulamaları ve Atatürk’ün gerçekleştirdiği mübadelelerle kurulan Türkiye hariç)
Hiçbiri Türk devleti değildi. Ama Osmanlı, Türk devleti öyle mi?
Öyle bir “Türk devleti” ki; başkentine girişlerde yalnızca Türklere vize uygulanır.
Bankerler, sanayi ve iktisadi teşekküller; Osmanlı Bankası da dahil olmak üzere tüm bankalar Rum, Ermeni, Yahudi ve Levantenlerin elindedir.
Mithat Paşa bu duruma tepki olarak, Sırbistan Memleket Sandıkları’nı birleştirip Ziraat Bankasını kurar.
Ancak Mithat Paşa’nın başına gelmedik kalmaz; sonunda Arabistan’da, Taif zindanlarında boğdurularak öldürülür!
Sen misin Türklerin hakkını savunan!
Sen misin, Rum, Ermeni, Yahudi, Levantenlerin hüküm sürdüğü devlette başkaldırıp onların tekerine çomak sokan!
Evet, Türklerin hakkını savunanların başına her şey gelebiliyor ve maalesef bugün de benzer durumları acı bir şekilde deneyimledik. Örneğin, Prof. Dr. Ümit Özdağ hocanın durduk yere 5 ay Silivri’de hapsedilmesi ve nice kahramanların, yurtseverlerin alçakça suikastlerle ortadan kaldırılması, yakın geçmişten bildiğimiz olaylardandır.
Hâlâ Osmanlı’ya “Türk devleti” diyen ve Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp yeniden Osmanlı’ya geri götürmek isteyen mankurt ve kriptolulara;
Sultan II. Abdülhamid’in 1897 tarihinde ABD Elçisi Terrell ile yaptığı söyleşiyi okumalarını tavsiye ediyorum. (Türk Yurdu Dergisi, Nisan 2025, Prof. Dr. Kemal Çiçek imzasıyla yayımlandı.)
O söyleşide Sultan II. Abdülhamid, ABD Elçisi Terrell’e diyor ki:
“Hristiyan Avrupa basını benim aleyhimde Ermeni düşmanı olduğum iddiasını yayıyor. Oysa bu tamamen yalandır. Çünkü ben de dedelerim gibi Ermenileri daima koruyup kolladım.”
Aralarında geçen bu konuşma, o dönemde ABD elçisi tarafından kitaplaştırılmış ve Abdülhamid’in bu tutumu övgüyle aktarılmıştır.
Nasıl övülmesin ki zaten…
İşte kitaptan bir bölümü aşağıya alıyorum; gerisini okuyucunun takdirine bırakıyorum:
6) Ermenilere Çok Önemli Makamlar Verdik
Batı kamuoyunda, Ermenilere kötü muamele yapıldığı ve ırki sebeplerle cezalandırıldıkları iddialarına Sultan Abdülhamid çok çarpıcı açıklamalarla yanıt verir. Devlet hizmetinde görev yapan çok sayıda Ermeni olduğunu belirtir ve uzun bir listeyi elçiye ileteceğini bildirir. Ardından, önemli ve kritik makamlardaki Ermenilerden bazı isimleri sıralar:
- Dadyan: Ermeni kökenli Dadyan’a, babası Sultan Abdülmecid tarafından imparatorluk barut fabrikasının tüm kontrolü verilmiştir. Çok zengin olmuştur.
- Sultan, Ermenilere ne kadar güvendiklerini vurgulamak için, Dadyan’ın saraya danışmadan istediği büyüklükte top ve barut üretebildiğini söyler ve ekler:
- “Yani ordu onun insafına kalmıştı.”
- Kuetzroglou: Saray’ın her türlü mobilya, mücevher ve giyim eşyasını temin etmekle görevlendirilmiş, büyük servet kazanmıştır. Boğaz’ın Asya yakasında, Çengelköy’de çok sayıda evi ve muhteşem bir köşkü vardır. Babası, her hafta dinlenmek için oraya giderdi.
- Agop Efendi: Darphane’nin bütün sorumluluğu Agop Efendi’nin elindedir. Servet yapma fırsatları çok fazladır ve kendisi de büyük bir zengin olmuştur.
- Gümüşgerdan: Ermeni kökenli Gümüşgerdan, Saray Harem’inin kadın kıyafetlerini tasarlayan ve diken kişidir. Hâlâ burada yaşamakta ve çok zengin bir kişidir.
- Balian Ailesi: Ermeni Balian ailesi, Sultan Mahmud döneminden itibaren babadan oğula geçerek padişahların mimarları olmuştur.
- Dolmabahçe, Çırağan, Beylerbeyi, Yıldız, Ihlamur Kasrı, Göksu ve Küçüksu gibi sarayları inşa etmişlerdir. Bunlardan biri hâlâ benim imparatorluk mimarımdır.
- Michael Portakal Paşa: Ermeni kökenlidir ve şu anda Hazine-i Hassa’dan sorumlu bakandır. Padişaha ait tüm kamu arazileri ve gayrimenkuller üzerinde münhasır kontrole sahiptir.
Sultan Abdülhamid’in elçiye sözünü ettiği Osmanlı hizmetindeki Ermeniler listesine bakıldığında, gerçekten de 106 Ermeni’nin çok önemli makamlarda, yüksek maaşlarla istihdam edildiği görülmektedir.
Ermeni olaylarının en kritik dönemlerinde, bu kadar çok kişinin Osmanlı devletinde çeşitli görevlerde bulunması, Osmanlı’nın Ermenilere ikinci sınıf vatandaş muamelesi yaptığı iddialarını çürütecek boyuttadır. Ayrıca, Batı’da eli kanlı bir diktatör olarak anılan Sultan’ın da Ermenilerle kişisel bir sorunu olmadığını göstermektedir.
7) Ermeniler Nankörlük Yaptı ve Hükümeti Yok Etmeye Kalkıştılar
Sultan, Ermenilere karşı ırki veya dini nedenlerle bir nefret taşımadıklarını bu örneklerle açıkladıktan sonra, Ermeni olaylarının çıkış sebeplerine değinir. Ona göre, Saray’ın Ermeni ırkına yaptığı tüm iyiliklere rağmen, ihtilalci Ermeni komiteleri ve devletin zenginleştirdiği Ermeniler, hükümeti yok etmeye kalkışmışlardır ve bu durumda işler değişmiştir.
Sultan Abdülhamid, Ermenilerin yapılan tüm iyiliklere rağmen nankörlük etmelerine hayli içerlemiş olacak ki, elçinin de tanıdığı bir Ermeni cilt ustasıyla ilgili şu anısını aktarır:
Bu (cilt ustası) adam, geçen yıl 26-27 Ağustos’taki karışıklıklardan sonra korkup Amerika’ya kaçtı. İngilizce konuşamadığı ve iş bulamadığı için geri dönmek istediğini belirterek Saray’a bir mektup yazdı ve Padişah’ın sağ salim dönmesi için izin vermesini talep etti.
Daha sonra doğrudan Padişah’a mektup yazarak parasının olmadığını bildirdi.
(Elçi Terrell’in naklettiğine göre Sultan burada gülmeye başlar ve şöyle der):
“Şimdi Amerika’nın Hristiyan halkı buna pek inanmayacak ama ben onun iyi bir adam olduğundan emin olarak, evine dönmesi için kendisine 1000 frank gönderdim.”
Prof. Dr. Kemal Çiçek hocanın Türk Yurdu Dergisi (Nisan 2025) sayısında yayımlanan bu yazısını aynen paylaşıyorum. Geniş araştırma yapmak isteyenler, ekteki kitabı edinebilirler.
SONUÇ:
Şimdilerde ABD elçisi Tommy Barrack, Ankara’daki siyasilere akıl veriyor!
Ne diyor?
“Türk ulus devleti, İsrail’in güvenliği için tehdittir. Türkiye, Osmanlı’nın millet sistemine geri dönmeli.”
Yani açıkça diyor ki:
“Türklerin devleti olmasın, Türkiye Yugoslavya gibi küçücük devletçiklere bölünsün. Bunu da Meclis’teki kriptolar halletsin, Anayasa’ya etnik ameliyat yapılsın!”
Bizim kriptolu siyasetçiler de zaten dünden razı oldukları ve TBMM bu şekilde dizayn edildiği için, teklifin üzerine atladılar. Hemen Anayasa’ya aykırı şekilde 51 üyeli bir komisyon kurdular!
Gerisi… Ameliyat masasında “etnik ameliyata” kaldı.
Ve bu ameliyatı yapacak “cerrahların” maalesef hiçbiri Türk değil!
Kendilerine zaten “Türküm” demiyorlar.
Sözü, tarihçi Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu hocanın Nevruz’da verdiği şu mesajla kapatalım:
“Türkiye’yi yönetenler kendilerine Türk’üm demiyor. O halde Türkiye’yi Türkler yönetsin, Vatikan ile Washington’un seçtiği kripto memurları değil.”
Umarız, Türkiye federalizmle bölünmeden, Halaçoğlu’nun bu dileği gerçekleşir.
Evet, gördüğünüz gibi; yıllardır Osmanlı’yı savunanlar, “Osmanlı’ya geri dönelim” diyenler, fesli püsküller dahil, hiçbirinin Türklükle bir ilgisi yok. Türkleri ayakta uyutup devleti kriptolar ele geçirdi.
Cengiz Özakıncı’nın
📘 “Türkiye’nin Siyasi İntiharı: Yeni Osmanlı Tuzağı”
adlı kitabını okumayanlar, yarını da anlayamazlar.
Evet, yeni Osmanlıcılık Siyonist bir plandır. Şimdi Osmanlı’yı savunup, gelip utanmadan bize Türkçülük dersi vermelerine ve osuruktan bir DNA testiyle Osmanlı’yı Türklere, hatta Sibirya’daki İskitlere bağlamalarına, en hafif tabirle gülelim…
Okuduğunu anlayan Türk çocuğu Osmanlıcı değil, Atatürkçü ve Cumhuriyetçi olur. Umarım testi kırılmadan, mankurt Türkler uyanır; Yemen ağıtları ile Ahmet Haşim’in Niğde mektubunu okuyup öğrenirler…
70 yaşıma kadar 4 milyon Osmanlı evrakı inceledim, 98 yaşıma kadar 28 eser yazıp bıraktım ve anladım ki, bugün buradaysak bunu tamamen Atatürk’e borçluyuz. Gazi Mustafa Kemal olmasaydı, biz de olmayacaktık. Bunu göremeyenler boş insanlardır.
Prof. Dr. Halil İnalcık’ı dinleyiniz, lütfen.
Söz Atatürk’te;
Tacı haine giydiren milletin kanı-acıları dinmez.
Türk milleti başına getireceği kişilerin kanındaki asli cevherine baksın. Osmanoğulları 600 sene Türklere tasallut edip esir almışlardır.
Ne Mutlu Türküm Diyene.
M. K. Atatürk
Son söz: Türkiye’yi Türkler yönetmeli Vatikan ile Washington’un seçtiği kripto memurları değil.
“Büyük Türk Milletine”
Saygılarımla Arzolunur.
Bahtiyar Aydın
Eskiçağ Tarihi Uzmanı
Sakalar İskitler Gizlenen Kök Atalarımız kitabının yazarı.
30 Temmuz 2025, Ataşehir, İstanbul.


