Bugün ülkemizin içinde bulunduğu ve içinden geçmekte olduğu devletlerarası ve dış politikada Türkiye, kötü ile en kötüsü arasında bir tercihe zorlanmış durumdadır. Bunda hiç kuşkusuz, ülkemizi yöneten siyasal karar alıcıların, milli çıkarlar yerine emperyalist çıkarlar noktasında uygulamaya çalıştığı yanlış dış politika kararları etken olmuştur.
Türkiye’yi yönetmekte zorlanan ve gitgide dibe batan politik kararlar, Türkiye’nin ‘’Devletler sistemde güç ve çıkarları için eyler’’ ilkesinin uluslararası politikada kendi iradesini daha güçlü ülkelerin jeopolitik, jeo-ekonomik stratejilerine endeksleyerek karar alma inisiyatifini giderek kaybetmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Oysa yaşadığımız ve elde ettiğimiz onlarca deneyim, bölgesel politikalarda Türkiye dışında iyi bir seçeneğin üretilemeyeceğini açıkça belli etmiştir. Bu bağlamda dünya ve Türkiye gerçeklerini yeterince öngöremeyen ve tek bağımlılığı ‘’milli çıkarın’’ gerçekleştirilmesi olan bir milli güvenlik stratejisi ortaya konulamamıştır.
Türkiye’yi tehdit edebilecek kuvvetlerin/güçlerin üstün gücü, Türkiye’nin kendi çıkarlarını kollayabileceği, uygulayabileceği ve çok daha akılcı hamleler ve seçenekler üretmesine ise asla engel taşımamaktadır. Dolayısı ile Türkiye’yi yöneten siyasal karar alıcılar, öncelikle inisiyatifi kendi eline almasının önündeki sorunları ve engelleri minimize etmeli ya da sıfırlamalıdır. Bunun gerçekleşmesi ise dünya ve Türkiye jeopolitiğinin gerçeklerini ciddi anlamda doğru analizlerle mümkün kılacaktır.
Türkiye’nin içinde bulunduğu bu açmazı tek bir kavramla ifade edecek olursak: buna stratejik ortak ya da stratejik müttefik kuşatması adını verebiliriz. Hiç şüphesiz bu kavram, doğası ve içeriği gereği her ne kadar saçma bir kavram olmuş olsa da; bir müttefikin diğer müttefikine karşı saldırgan ve aşağılayıcı tutum takınması, onu kuşatamaya yönelik politikalar izlemiş olması ters düşse de gerçekler hiç de öyle değildir. Çünkü Türkiye’nin içinde bulunduğu durumda, Türkiye’nin milli güvenliğinin doğasına aykırılığından kaynaklandığını da görebilmekteyiz.
Türkiye’nin dış politikasında müttefik/stratejik müttefik/dost ülke kabul ettiği devletler, ülkemizi ciddi anlamda kuşatma politikası izlemektedirler. Kuşatma politikası öylesine ivme kazanmıştır ki, Türkleri, Anadolu’dan çıkarma hedefine kilitlenmiştir. Buna Marshall yardımı ve sanayinin çökertilmesi, demokrasi ve refah masalları, Irak’ın işgali, açık sınır politikası ve göç, terör örgütlerine örtülü ya da açık destek, Suriye iç çatışmasından kaynaklanan Suriyeli göçü, Doğu Akdeniz’de giderek daha da sertleşen enerji kavgası, ekonomik kıskaç ve terörsüz Türkiye açılımı örnek verilebilir.
Marshall Yardımı ve Sanayinin Çökertilmesi
Türkiye’nin bağımsızlık hamleleri daha önce de sabote edilmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrası, “Marshall Yardımı” adı altında Türkiye’ye ekonomik destek sunuldu. Ancak görünürde yardım olan bu süreç, gerçekte Türkiye’yi tarım toplumuna hapsedip sanayi kalkınmasını engellemeye yönelikti. O dönem kendi uçaklarını üreten, havacılıkta atılım yapan Türkiye, sistematik şekilde bu üretim gücünden vazgeçirildi. Uçak fabrikaları kapatıldı, yerli motor üretimi durduruldu.
Bağımsız sanayiden vazgeçirilen Türkiye, dışa bağımlı hale getirildi. Bu tarihi ihanet, bugünkü senaryoların da temelidir: Görünüşte destek, gerçekte bağımlılık!
Demokrasi ve Refah Masalları
Büyük bir proje kurgulandı: Büyük Ortadoğu Projesi! Halklara özgürlük, demokrasi ve refah vaatleriyle süslenen bir plandı bu. Türkiye’ye ise bu projenin eş başkanlığından biri olma görevi biçildi. “Bölgesel liderlik” hayalleri satılırken, gerçekte Türkiye, bölgeyi etnik ve mezhepsel parçalara ayırmayı hedefleyen emperyal tasarımların taşeronu haline getirilmek istendi. Bu oyunun tuzağına gönüllü şekilde düşülmesi, gelecekte çok ağır bedellerin ödenmesine yol açtı.
Açık Sınır Politikası
Bu süreçte uygulanan açık sınır politikası, insani yardım kisvesi altında Türkiye’yi istikrarsızlaştırmanın en etkili araçlarından biri oldu. Sınırlar delik deşik edildi, milyonlarca insan kontrolsüz biçimde ülkeye doldu. Göç dalgaları sosyal dokuyu bozdu, güvenlik tehditlerini artırdı, ekonomik dengeleri sarstı. Bu durum, Türkiye’yi kendi içinden dönüştürmeyi amaçlayan büyük planın sessiz ama en etkili adımıydı.
Terör Örgütlerine Dolaylı Destek: Dostun Hançeri
Bugün de dost görünümlü stratejik müttefik güçler, Türkiye’nin sınırlarının hemen ötesinde terör devletçikleri kurmak için çalışıyor. Binlerce tır silah, eğitim ve siyasi destek ile terör örgütleri büyütülüyor. Türkiye ise kendi sınır güvenliği için harekete geçtiğinde yalnız bırakılıyor, baskı altına alınıyor, tehdit ediliyor. Masada stratejik müttefiklik söylemleri sürerken, sahada ölüm kusan yapılar desteklenerek; devletimsi yapılara dönüştürülüyor.
Ekonomik Kıskaç: Finansal Prangalar
Sahadaki oyun tutmayınca, bu defa masa başında saldırılar başlatılıyor. Ekonomik darbe girişimleri, manipülatif kredi notları, döviz krizleri birbiri ardına geliyor. Türkiye, finansal bağımlılık yoluyla hizaya getirilmeye çalışıldı. Dost görünen müttefikler, bir yandan reform çağrıları yaparken diğer yandan krizlerin körüklenmesine arka çıktı.
“Terörsüz Türkiye” Açılımı
Son dönemde dillendirilen “Terörsüz Türkiye” açılımı, yüzeyde olumlu görünse de derin yapıda yeni bir tuzak barındırıyor. “Terör tehdidi kalktı, PKK/KCK silah bırakıyor bahanesiyle Türkiye’den: Sınır ötesi kazanımlarından vazgeçmesi, Bölgedeki yapay devletçiklere sessiz kalması, Stratejik geri çekilmeler yapması isteniyor. Kim “terörsüz Türkiye” istemez? Buradaki amaç terör örgütünün feshedilmesi ve silah bıraktırılmasından öte, PKK/KCK’nın yeni ideolojisi “ekolojik konfederal devlet sistemi” ile Türkiye’nin bölünmesine kapı aralamak. Bu yüzden, “terör bitti” algısı üzerinden yeni bir teslimiyet planı uygulanmasına karşı uyanık olunmalıdır.
Tarihten Ders Almak
Özellikle Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber Türk siyasi tarihi, dost görünümlü ihanetlerin tarihidir. Bunda hiç şüphesiz Türkiye’nin yönetiminde söz sahibi olmuş siyasal karar alıcıların da payı oldukça büyüktür. Bu pay, bazen bile isteye Türkiye aleyhine bazen de gönüllü bir şekilde gerçekleşmiştir. Bugün yaşananlar, yeni bir oyun değil, eski bir planın güncellenmiş halidir. Marshall yardımıyla bağımsızlık zedelenmişti; şimdi, göç, terör ve ekonomi üzerinden benzer kuşatma yöntemleri sürdürülmektedir.
Ne yazık ki, Türk milleti, hâlâ tarihten ders almak yerine, içeride bitmek tükenmek bilmeyen siyasi polemiklerle, adaletsiz ve hukuksuz uygulamalarla, kişisel hırs ve çıkar uğruna milli birlik zeminini dinamitleyerek emperyalist güçlerin planlarını kolaylaştırıyoruz. İç cephesi dağılmış ve bölünmüş bir millet, dış tehditlere karşı koyamaz; ülkedeki hukukun siyasallaşması ve adaletsizlik dış müdahalelere davetiye çıkarır. Bu kısır döngü, dost görünen stratejik müttefiklerimizin bir başarısı olduğu gibi yanı sıra Türk milletinin de derin uykusunun ve gafletinin bir zaferidir.
Gerçek kurtuluş; Siyasi hırsları bir kenara bırakmasında yatmaktadır. Hukukun üstünlüğünü gerçek anlamda tesis etmekle başlar kurtuluşa giden yol. Milli çıkarlarda, neşede, tasada, acılarda birleşebilmekte yatmaktadır kurtuluş. Gerçek kurtuluş, dışarıdan gelen her türlü planı reddedecek özgüven ve bağımsız bir iradeyi yeniden inşa etmekte yatmaktadır.
Atatürk’ün ölümsüz ikazı hâlâ yolumuzu aydınlatıyor: “Efendiler, başka milletlerin parasıyla, başka milletlerin silahıyla kurtuluş aranmaz. Kendi gücümüze, kendi irademize güvenmek zorundayız.” Türkiye ya kendi gücüne dayanarak ayağa kalkacak, ya da başkalarının projelerinde kaybolacaktır.
Gerçek Kurtuluş İçin; Milli Birlik ve Beraberlik: İç siyasi çekişmeleri ikinci plana atıp, ülke menfaatlerinde birleşmek zorundayız. Ayrışmak, düşmana hizmet etmektir. Adalet ve Hukukun Üstünlüğü:
Toplumun her kesiminde adaletin tesis edilmesi, iç direncimizi ve meşruiyetimizi güçlendirir. Hukuksuzluk, devletin temelini sarsar. Tam Bağımsız Ekonomi: Dış borca, dış krediye, ithalata dayalı ekonomiden hızla çıkılmalı; üretim, teknoloji ve yerli sanayi desteklenmelidir. Stratejik Dış Politika:
Hiçbir küresel gücün piyonluğuna soyunmadan, kendi çıkarlarımız doğrultusunda bağımsız ve çok yönlü bir dış politika izlenmelidir. Milli Savunma ve Sınır Güvenliği: Sınırlarımızın ötesinde ve içinde, her türlü terör tehdidine karşı kesintisiz ve ödünsüz mücadele verilmelidir. “Terör bitti” yalanlarıyla gaflete düşülmemelidir.
Unutulmamalıdır ki, tarih, mertçe savaş açan düşmanlardan çok, dost gibi görünen hainlerin yıktığı devletlerle doludur. Türkiye’nin son yüzyılda yaşadığı süreçler, bu evrensel gerçeğin canlı bir yansımasıdır. Sıcak sözlerle süslenmiş müttefiklikler, arka planda sinsice işleyen ihanetler ve bunları işleten politikacılar hep vardı ve var olmaya da devam edecektir.
Cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk’ten son bir uyarı:
“Milli benliğini bulamayan milletler, başka milletlerin şikârıdır.”


