Müsaadenizle konuya Arnavutluk’un Türk eylem geçmişi, Teşkilatı Mahsusa, Yeniçeri ve siyasal dinin çevresinde gezinen konuların ya da Türkiye’deki Arnavutluk kökenli Kenan Evren polemiğine de hiç girmeden, direk asıl ilgilenmemiz gereken, durum analizine geçmek isterim. Lakin konunun en derin kısmile Orta Doğu ve Balkan yapılanmasını Ali Rıza Özdemir hocamızın kaynaklarından öğrenilmesini de önermekten geri kalmayacağım.
Konunun özünü analiz edecek olursak;
Arnavutluk’un Tiran şehrinde kurulması planlanan Vatikan tarzı Bektaşi Devlet yapılanması niyetince başlatılan ve tanınmasına çalışılan yapının, birkaç aşamalı olacağını düşünmekle beraber, planlanan etki alanlarının da analiz edilmesi gerekir.
Öncelikle BOARD Teşkilatı misyoner okulunu akıllara getirmiş olması, (Sayfamda detayları mevcut) ve tabii yeni din temaları oluşturma isteğine ve hatta kollektife dayanan tek din temelli ekonomik birlik amacına giden ‘‘yeni Dünya düzeni’’ne hizmet etmesi muhtemel. Elbette bu tek amaç, yine Türklüğün yegâne birliği olan teklik bilincine ‘‘karşı’’ bir birleşme isteği olabilir.
Amaç iyi niyetli tek birlik ise bu birliğin merkezi nerede olmalı?
Orta Doğu’da Emevî ve Batı’da Eski Mısır Firavunu andıran dini/siyasi politikaların, nasıl sonuçlara vardığını fark eden ve olandan kurtulmaya çabalayan insanlığın eylemlerini anlayan küresel yapı, eski dünya anlayışile var gücüyle ve olan tüm vandallığıyla olaylara müdahale etmeye çabalamakta. İllaki her şeyin bir sonu var. Batı dini idrakinin üç bin yıllık bir kapanışının yanı sıra, temsile başlarken hata yapmış olan Müslümanlığın da idrak hatasının sonuna yaklaşıldığını düşünmekteyim. Tüm bunlar yaşanırken günümüz çıkış yolunun Türk’lük bilincinde olduğu bilinmekte. Türk’lerin ise coğrafi gerçeklere dayanan yeni dönem yaşam tarzına tüm dinleri de eklediğini bilmekteyiz. Hal böyleyken o dönemlerde dahi Dünya Türk’leri inandıkları tüm değerleri hakikatle yaşadılar ve günümüze kadar aktardılar. Elbette alt tabanda özel hassasiyetler oluşturan Aleviliği de kendi değerlerince var etmiş ve kapsadıkları alanda yaymışlardır. Türk’lerin bu değerleri dahi akıl ile korumaya almış ve yüksek şuurla yaşatmış olmalarının yanında, özgün kültürlerini savunarak tüm değerleri hakikatle günümüze kadar bozulmadan getirebilmiş olmaları ‘Küresel yapının’ da sürekli dikkatini çekmiştir.
Elbette iyi olan her zaman hakikati korumuş olan ve yozlaşmayandır. Geleneksel olarak Türk’lerin gerek devletçi bakış alışkanlığına, coğrafya gerçeğile, Aleviliği de katarak politika üretmiş olması ‘‘her ne kadar 1460/1919 arası sekteye uğramış olsa da’’ 1927’lerde tekrar gündeme gelmiştir. Bugünün konusu ise o günlere dayanmaktadır.
Konu Bektaşilik olduğunda anlaşılması gereken (Yesevi’lik anlayışı olmasa da) Bektaşiliğin Türkiye’ye bağlı yaşanması gerektiğidir. Yani Bektaşilik Anadolu çıkışlıdır ve merkezi bugünün Türkiye’sidir. Bir Bektaşi halife baba olacak ise ya da dedelik makamı alacak ise Türkiye’den icazet edilmesi gerekmekte. Türk vatandaşı olmayan Arnavut kökenli Baba Mondi 2011 yılında eğitimini Türkiye’de almış lakin Halife babalık makamı almamıştır. Buna rağmen Arnavutluk’ta bulunan dede olmayan Bektaşilerin toplanmasile kendini bağımsız/özerk yapı olarak Dede ilan etmiştir.
Kurumsal Alevilik mümkün mü?
Dünya Bektaşi Merkezi, Tiran. Arnavutluk-Avlonya Kuzum Baba Tepesi’ndeki Bektâşî tekkesi. 1930 yılına kadar Hacı Bektaş-ı Veli Türbesinde olan Bektaşi Dergâhı, Atatürk’ün tekke ve zaviyeleri kapatması sonrasında Tiran’da bulunan Dünya Bektaşi Merkezi’ne taşınmıştır. Dergâh Dede’si Baba Mondi’dir.
Elbette Uluslararası hukuki yaptırımı olmamasına rağmen kurumsal olanın yani ‘töre’nin Türkiye’de yaşadığıdır. Bu hususun manevi temsilciliği tüm Bektaşi camiasında kabul gören ve merkez olarak kabul edilen bir gerçekliktir. Orta Doğu da dahil olmakla beraber Balkanlarda yaşayan Alevi inançlı Türk’lerin ikinci başkent olarak Ankara’yı bilmesi ve Tek lider olarak Atatürk’ü saygınlıkla kabul etmiş olmaları en bağlayıcı özelliktir. Yani bir Türk Alevi için siyasi de olsa manevi de olsa merkez Türkiye’dir.
Konuya uluslararası siyasi pencereden bakacak olursak.!
Türk uyur Düşman uyumaz felsefesine alt tabana almak yanlış olmaz. Dikkat edilmesi gerekliliğine rağmen dillendirilmeyen birkaç konunun varlığı da yabana atılmamalı.
Konu kamuoyuna açıklanırken ki yaşanan ilk şaibe, kimsenin merak etmemesine ve sormamasına rağmen sözde yapının USA ve BM desteği almadığının bastıra bastıra reklam edilmesidir. Tabi akılda olmayanı akla getirmesine de sebep olmuştur. Arnavutluk gerçeğinde dillendirilmeyen bir diğer konu ise; İlgili ülkenin döneminde gerçekleşen ve henüz bittiğine dair bir ibare gösterilmeyen Atatürk düşmanlığı ve Türk düşmanlığıdır. (Türkiye’de yaşayan Arnavut kökenli vatandaşlarımızı -bu gibi düşmanlıklardan- tenzih etmekle beraber Arnavut milliyetçisi olduklarını ve sorulduğunda dini yapıya yandaş, sessiz ya da yorumsuz kalmalarının da ayrı değerlendirilmesi gerekmekte.)
Elbette batılı yapılarca dini yapıların fonlanan bir yapı olduğunu unutmamak gerekli. Bu bakış açısile yapı Patrikhane temeline dayanabilir. Bu imtiyaz ise tüm Dünya’da geçerli olacak olan (Türkiye hariç) pasaport serbestliği verebilir. Bu durumda yapı istediği ülkede siyasi ya da manevi propaganda alabilir. İllaki maddi nedenler ile benimseyenler olabilir. Aynısı maddi durumu düşük, borçta olan ve askeri gücü olmayan devletlerden biri olan Yunanistan’da Güney Kıbrıs’ta ve terör yapılanmasının merkezi olan Belçika’da da yapıldı/yapılmakta.
Türkiye’de ki siyasal yapılanmada ki Alevilik konusu ise yeni değil. Çok uzun süredir üzerinde düşünülen ve çözüm aranan bir geçmişe dayanan, emek verilmiş ama günümüze kadarda sonuç alınamamış ya da zamanı beklenmiş bir konu olduğunu düşünenlerdenim. Özellikle Osmanlı ve Atatürk sonrası Türkiye siyasetinin de bu meselede çok müdahaleci tavır aldığını söylemek mümkün.
Ülkemizde, bu cephede birkaç ayrı bakış açısı mevcut. Mevlâna ile siyasallaşmış olan bir kitle, Bektaşile Cem evlerinde dini vecibelerini ‘dernekçi yapılanmalarla’ yapmak isteyen başka bir kitle, Alisiz Alevi denilen diğer ülkelere bağı olan ve yurt dışı ödeneği alan diğer kitle ve gerek Yesevi ocakları gerekse Bektaşi dedeliğin hakikatinde durumun maneviyatına görüş had almış bakış açısile her şeyin dışında tasavvufta kalmak isteyen bir başka kitle mevcut.
…Ayrıca Dünya genelinde de Alevilik ile yaşam tarzı belirlemiş coğrafyalarda çok daha farklı kitleler de var. Planlanan bu girişimin tüme varım bir mesele olması beklenecek ise eğer, her kesime ulaşabilmesi pek mümkün görünmüyor.
Neden mi?
İlkin, Yesevi ve Bektaşi görüşü gereği, dini yapıların dünya işlerine karışması ilgilendikleri alan açısından pek anlamlı görünmez. Olsa da yer buldukları alan Laiklik gereği mütevazilik niyetinde, hakikat temelinde olacaktır. Çünkü tasavvufi görüş vardır ve Dünya işinin de özü gereği tasavvuf sakinliğinde olmadığı düşüncesi yaygındır ki zaten Dünya’nın koşuşturmacasından arınmak için bu anlayışa vakıf yaşarlar. Amma konu vatan ve milletin savunması olduğunda vatan korumasını hak, gerisini teferruat ederler. (Kişi kendinden bilir işi :) Zaten bildiğim bir inanış olan Alevilikte -sakinlik ehli insanlar olduklarından- devlet işlerine kalkışmanın da pek heveslisi olmazlar. Zaten amaçta budur ve bu nedenle LAİKliğin kalesidirler. Bulundukları devlet yapısına özerk dini imtiyaz alan aleviler devlet işlerinde ‘’hukukun üstünlüğüne’’ inanır ve uygularlar. Zaten bir alevi bulunduğu coğrafyadan memnun değil ise edep adabını yanına alır, din kimliğinden soyunur ve vatan savunmasına dair gerekli siyasetini ya da eylemini yapar. En doğru olan için çabalamanın gereğini yerine getirmeyi amaç eder. Ve yine bastıra bastıra söylemeliyim ki dini kimliğini asla ve asla kullanmaz ve söz dahi ettirmez lakin saklamaz da…sadece vatandaş kimliğinin hukuki hakları ile siyaset yapar ve bunu sadece iyi bir vatandaş olmak ve ülkesinin bekasını korumak ve kollamak için yapar. Olması gereken de bu değil mi? Yani demem o ki bir alevinin inanışı için bir dini devlet yapılanmasına ihtiyacı yoktur. Ayrıca Türk ve tüm Aleviler için Türkiye Cumhuriyeti anayasası zaten en uygun olan ve ayrıca Kut’sallık içeren yasalardır.
İkinci neden: İran Şia’sı oluşum yapısı gereği keskin bir siyasi güdüdür. Uysallaşacağına dair inanç beslemek ne kadar gerçekçi bilinmez. Eğer başarılı olacaksa yapana kolay gelsin. Benzer coğrafyalarda yaşayan Türkmen ve Arap cephesi için ise durum bambaşka olabilir. Çünkü Meseleye Pers, Arap ve Türk karakterile bakılınca üçünün de birbirine pek değmek istemediği aşikâr. Ayrıca ve şahsi bakış açım gereği, hukuki yaşam hakları harici, yaşamlarına kimsenin de karışmaya hakkı olmamalı.
Üçüncü neden ise kurumsal yapıların devlet yardımında olması elbette mümkün olan bir durumdur ve olmalıdır da. Zaten Türkiye’de bu nedenle Diyanet işleri mevcut. Lakin konuya uluslararası bakınca -bu kadar tarafsız- bakmadıkları kesin. Nedenise, Batı’da olan zihinlerde ezber edilen bir Vatikan benzeri Patrikhane kültürü olması, Doğu’da ise dinin direk devlet modeli olması. Bu oluşumlar alt yapısı gereği güç, ihtiras, din ekonomisi, kıt-a ekonomisi ve askeri güç açısından hatta mezhepsel çatışma yaratması nedenlerine dayanan birleşmeleri örneklediğinden, Alevi kültürlerinin istediği sakinliği verememesi, aidiyet hissini oluşturmayabilir.
Türk ve Türk’ler cephesinden bakılacak olursa; Din oluşumları ‘‘kimlikte birlik oluşturamamış ülkelerin, dinde/ümmette birlik’’ çabası olarak algılanması yine aitlik hissini yaratmayacaktır. Bu yapının doğuda ve batıda birçok örneği mevcuttur. Keza bu birlikler özerk anlayışını da Türk kimliğinin birlik bilincinden öğrenerek ve karşıt oluşturmak adına kopyalamışlardır. Türk cephesinde ki en önemli ikinci etken ise Alevilerin laik olmasıdır. Her ne olursa olsun Tüm Dünyanın Türk bilincinde buluşması esas olmalıdır.
Ayrıca, Alevilik bir yaşam şekli ise, Vatikan benzeri yapıya neden ihtiyaç olsun ki?
Açıklamalarında baskıcı dini bir bakış yok demelerine rağmen, sözde yapının temsilcisi bir molla. Hal böyleyken eylem, siyasal bağlarından, kopabilir diyemiyoruz. Keza dünya vatandaşlarının hatta siyasilerinin de yeni ve toparlayıcı bir dini bakış aradığı ortada olan bir gerçek. Lakin Arnavutluk’tan çıkan bir bakış açısının ”arkasında yatan haçlı benzeri batılı akıl hocalarından dolayı” taraflı ve siyasi olacağı su götürmez bir analiz olacaktır. Hatta Alisiz Ali dediğimiz Almanya koluna da destek sağlama ihtimali ve konunun da tamda bu nedenle Türkiye’de risk addedeceği aşikâr.
En nihayetinde ve en azından biz Türk’ler için bu yapı ‘‘eskinin yenisi’’ olarak algılanacak olabilir. Ayrıca Ülkemizden bakınca -ilk önce içerde çözüm arayışı- olgunluğu beklenecektir. Ülkemizde ki Bektaşi Alevilerinin en büyük sorunu, yönetimsel baskının meseleyi Sünni bakış açısı ile içeriye müdahale ederek çözmek istemesi diyebiliriz. Arap Aleviler ise konudan bir haber kendi aralarında yaşam sürmekte ve neredeyse ne manevi ne de siyasi alanda suya sabuna dokunmak istememekteler.
Lakin Uluslararası arena tek elden çözüm aramanın peşine düşerse bu da başka bir merkezi hal alacaktır. Bir merkez olacak ise bu merkez elbette Türkiye’dir. Gerek Orta Doğunun disipline olamadığı hal gerekse Batının laik olamadığı başka disiplinsiz çıkar üzerine kurulu ekonomik bakış açısının karşısında duran Türk’lerin kimliklerine bağlı oldukları egemenlik karakteri göz önüne alınınca, batıda gelişen durum çözüme hizmet eder mi bilinmez ama etse dahi Türk asıllı kesimlerde yaşam bulmayacağı kesin.
Daha güncel bir bakış ile bu yapının Avrupa desteğine orta doğu çıkarması gözüyle bakıla bilinir. Konu egemenlik olunca Türkler zeki bir millettir, sadece kendi kimlik merkezini ön planda tutacaktır…. Ve en nihayetinde Türkiye ve Asya kültürü, bu yapının içine girmek istemeyecektir. Türkiye’de yaşayan Arap Aleviler ise yine merkez olarak Atatürk Türkiye’sini tercih etmekteler ve edeceklerdir. Yani konu yine yeniden doğu ve batının dini arayış ekseninde kısır bir döngüye hapsolacak gibi.
Daha derin bakacak olursak hem Avrupa’nın hem de Orta Doğu’nun ‘‘Asya kültürüne giriş kapısı’’ sandığı bu yapılanmadan kısa vadede ya vazgeçecekler ya kendilerince ‘en sevdikleri işi yapıp’ yine yeni bir tarikat yaratacak ya da Türk aklını var etmek ve kabul etmek zorunda kalacaklardır. Niyetsiz bakacak olursak ta Avrupa’nın Türkleri batıdan sürerek Orta Doğuya hapsetmek istedikleri bir zihniyetinde farkında olduğumuz bilinmelidir.
Gelelim Nutuk gibi düşün fikrimizin özüne…
Dini devlet yapılanmasına KARŞI din, mezhep ya da yaşam şekline dair inanışlar ne olursa olsun (Alevilik bir yaşam şekli ve dinin tasavvufi yorum şeklidir ve devlet aklile yaşamaktadır,) hepimizin aynı duruşu sergilemesi önemlidir.
Özelinde insanlar ne yaşarsa yaşasın kimseyi ilgilendirmemeli lakin Devlet hukukunun emrettiği yasalar dünyalık kurallar olacağından ve bizler o devletler içinde şanslı ya da şansız yasalarla yönetim ve yaşam şekli elde ettiğimizden dolayı Ulus olgunluğundaki yasalara ya da -kurulan din devleti ise- o din devletinin kurallarına uyarız. Ne büyük şans ki bizim Anayasamız Dünya’nın tüm egemen güçlerine kafa tutmuş şanlı ve şanslı kabul edeceğimiz laik ve sosyal hukuka dayanan Anayasal bir devlettir. Yani biz Türklerin ‘‘Bektaşi yapılanmasında bahsedilen hoşgörüden’’ çok liyakate ihtiyacımız olduğu kesin. Hoşgörüsüz toplumlar için Vatikan benzeri yapılar olması gerekiyordur belki. Biz onlar gibi algılayamıyoruz yaşamı. Çünkü biz Türkleriz. Zaten hoşgörü bizim Dünya’ya öğrettiğimiz bir olgunluk. Bizi bize satacakları bir yapıya düşürülüyormuş gibi hissetmemek elde değil.
Gerçekten bir şey yapmak istiyorlarsa liyakat ve samimiyetle Tüm Dünya Türk Anayasasına geçmelidir.
Türk’lerin Anayasası (Töresi) Neden önemlidir?
Çünkü Türkler ilk var oluşlarından bu yana kendilerini hukuka bağlı kılmış, düzenli ordu, disiplinli sosyal hayat ve hatta inanışlarını dahi doğanın kurallarına bağlı hakikate yakın yaşamak adına birçok yasa belirlemiştir. Yani güçler ayrılığını ilk baştan bu yana uygulayabilen bir bilinci kendilerinde var edebilmişlerdir. Disiplinli ve hoşgörülü bir halk olduklarından, kendileri ile yol yürüyen herkesi de millet diyerek kucaklamışlardır. Bir kitle düşünün hem disiplinli hem korumacı hem kollayıcı hem de bunu bilinçli olarak tarihler boyu sürdürebilmiş. İnanışta baskı yok, halkçılık adına eşitçi ve hakanlık mertebesi dahi hukuka bağlı ve bunu en az on iki bin yıldır yapmaktalar.
Zaten Dünya bu anlayışa uyamadığı/uymadığı/varamadığı için savaşlar ve adaletsiz bir düzende değil mi?
Zaten Dünya bu haksızlıkla el ele verip firavun devletleri/devletçikleri/şehirleri oluşturdukları için isyan çıkmıyor mu?
Kimlik edinemedikleri için insani ve hoşgörülü disiplin yasaları yerine Yaratıcıyı siyasi malzeme yapıp korku yasalarile yönetmeye çalışan zaten onlar değil mi?
Bunların tam karşısında dev gibi duran bir Türk bilinci varken, kimse kusura bakmasın Türk olmasam dahi Türk olmak isterdim.
Çözüm ne olabilir?
Öncelikle Millet tanımına bakmak gerekli. ‘‘Geçmişte ortak hatıra mirasına sahip, birlikte yaşama iradesine kani olmuş ve gelecekte ortak yaşama iradesini kabul etmiş toplumlara Millet denir.
Karar vermemiz gereken; birlikte yaşayacak mıyız, yaşamayacak mıyız?
Bu durumda insanların netleşmesi gereken bir yüzyılda olduğumuz açık. Ya Doğu ve Batı gibi din merkezli laik olamayan bir devlet modeline sadık kalacaksınız ya da laik ulus devleti modelinin önerdiği millet olma modeline sadık kalacaksınız. Kitleler illa bir seçime zorlanacaksa, bence bu doğruda karar almalıdırlar.
Dini ve kaotik yapı ya da dengeli Üniter Ulus yapısı.!
İstek doğrultusunda insanların ihtiyaçları karşılanmalı ve kimse kimseye karışmamalı. Bu elbette şahsi fikrim. Fikrime sebep olan izlenimim ise; ulus devlet fikrine dair pek aydınlanacak gibi görünmeyen kesimlerin -Doğu ve Batı cephesinde-ki- ısrarlı varlığıdır. Dünya bir sınav yerise o zaman herkes yaşamak istediği tekâmül seviyesinde sınav olmalı.
Netleşen bir durum var ki o da…Bu yüzyılda Devletlerin yasalarını kesin bir çizgi ile belirlemiş durumda olmalarıdır. İş, insanların kararına kalacaksa, sorulacak soru belli.
Din devletinde mi Ulus devletinde mi yaşayacaksınız?
O vakitte kişilerin seçimleri doğrultusunda kurulan yapılara geçişleri kolaylaştırılmalı ve tek pasaport hakkı verilmeli.
Konudan sapmak istemem ama yeri gelmişken aslında bu soru Ülkemizde ‘‘Türk olmayanlar veya Türk Milletinden olmayanlar ya da Türk Milletinden olmayı kabul etmeyenler’’ yani Anayasamızı kabul etmeyenler için var edilmelidir.
Nasıl mı?
Öncelikle hali hazırda ki nüfusa tek tek ve mahkeme yoluyla vatandaş olmak ister misiniz? sorusu yöneltilir. Anayasayı kabul eden yemin eder ve yasalara sadık olması beklenir. Yemin etmeyenler pasaport hakkını iade etmelidir.
Daha da netleşecek olursak…
Türkiye Cumhuriyeti’nde doğan ve 18 yaşına kadar aile vekaletinde yaşayan kişinin nüfus cüzdanına fotoğraf konmaz. Kişi 18 yaşına gelene kadar Türk vatandaşlığına yemin etmiş ailesinin vekaletinde, bu ülkede, eğitim alabilir, yaşayabilir ama bu ülke vatandaşlığını seçmek zorunda değildir. Kişi 18 yaşında ülkede kalıp kalmayacağına karar verebilir. Ülkede kalmak istemesi halinde Türk anayasasına yemin ederek T.C. nüfus kaydı alabilir. Kalmak istememesi halinde yasa gereği başka ülkelere başvuru yapması gerekir. Bu süreçte kişi geçici kimlik belgesi alabilir. Geçici kimlikle yüksek okul kaydını ücreti karşılığında okuyabilirken, çalışma yasası gereği çalışma izni alan birey, resmî kurumlarda çalışma hakkı alamaz iken tüzel işletmelerde izin karşılığında çalışabilir lakin oy kullanma hakkı bulunmaz. Kişinin başka ülke vatandaşı olması halinde tek pasaportu olur ve Türkiye’de ki yasal haklarından feragat etmiş sayılır. Yani kimseler isterse istediği yönetim şekli ile ülke seçebilir ama istediğini ve istediği sistemi o ülkeye dayatma haline getiremez.
Netice olarak Dünya, din ile yönetim şeklile yüzyıllardır süre gelen ısrarını -inatla- geleceğe taşıma niyetinde ise biz Türkleri es geçmesi gerekecektir. Türkler tabanına dini alan tüm siyasi görüşlerden geleceğini ‘‘töresi gereği’’ hatta yasal iradesini arındırmıştır ve böyle kalmaya devam edecektir. Dinin devletleşmesi hükmü yasamızca ve halkımızca istenen bir durum olmadığı gibi geleceğin düşüncesinde de yer bulmayacaktır. Bu eski dünya görüşü son yüzyıla taşınacak bir fikir değildir ve bu gibi fikirlerin Atatürk yüzyılında olmayacağını da hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Türk’ler Atalarının yolundan ayrılmayan bir millettir.
Yazımı Atamıza ait ve aklımızda kalması gereken bir sözüyle sonlandırmak isterim.
Atatürk derki; ‘‘Dindar düşünürler, kural, ilim, fen ve felsefeyi dini anlatımları yorumlamak için evirip çevirmeye gayret etmişler.’’
Türk aydınlanmasında yer bulan Atatürk yüzyılında yani gelecekte görüşmek dileğile…
İstişare ederek Alevi haklarına dair alanda yazıma destek olan tüm Alevi kardeşlerime ve özellikle üstadımız Ali Rıza (Özkan) Beye sevgi, saygı ve hürmetlerimle.
Simge ERCİYAS
Konu haber kaynağı: https://serbestiyet.com/dis-haber/tiranda-bektasi-vatikani-kuruluyor-182192/
Öneri kaynaklar: https://www.academia.edu/74477119/ANADOLU_VE_BALKAN_TÜRKLERİNDE_NEVRUZ_GELENEĞİ_1_ALİ_RIZA_ÖZKAN_2