Güncel siyasetin temposu öyle hızlandı ki, ülkenin dört bir yanında insanlar artık olup biteni takip ederken nefeslenmekte zorlanıyor. Her gün yeni bir tartışma, bir açıklama, bir polemik… Ve bu kargaşanın ortasında, aslında en çok sesi duyulması gerekenler yine en arkada kalıyor: Sessiz çoğunluk.
Sokağa çıktığınızda bambaşka bir ülke görüyorsunuz. Televizyon ekranlarından yansıyan gerginlik, gündelik hayatta yerini daha çok “Ne olacak bu memleketin hâli?” sorusuna bırakıyor. İnsanlar kavgadan değil; ekmek fiyatından, kiradan, çocuklarının geleceğinden konuşmak istiyor. Siyasetin dili çoğu zaman sertleştikçe, toplumun dili yumuşuyor. Çünkü gerçek hayat, en yüksek sesle bağıranların değil; sabah işe yetişmeye çalışanların, akşam evine yorgun dönenlerin, hayatını sessizce sürdürenlerin omuzlarında yükseliyor.
Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey belki de çok basit: Daha fazla dinlemek. Siyasetçiler için de, siyaset konuşmayı seven bizler için de… Çünkü toplumun nabzı sosyal medyadaki birkaç tartışmadan çok daha geniş bir alanda atıyor. Bir esnafın yüzündeki ifade, bir gencin iş bulma kaygısı ya da bir annenin çocuğunun eğitimi için kurduğu hayaller; tüm siyasi polemiklerin çok ötesinde bir yere dokunuyor.
Güncel politikayı konuşmak elbette önemli. Ama konuşurken unutmamamız gereken bir şey var: Bu ülkenin en güçlü yönü, tartışma kültüründen önce dayanışma kültürü. Ne zaman yan yana gelebildiysek, o zaman ileri gittik; ne zaman ayrıştıysak, tökezledik. Siyasetin dili kutuplaştırdığında bile, toplumun kalbi çoğu zaman birleştirici çarpıyor.
Belki de asıl soru şudur: Biz siyaseti mi takip ediyoruz, yoksa siyaset bizi mi şekillendiriyor?
Bu sorunun cevabı, biraz daha sakin, biraz daha empati kurabildiğimiz bir ülkede çok daha net duyulacaktır.
Şimdi tam zamanı… Birbirimizi daha çok dinlemenin, daha çok anlamanın ve en önemlisi, sesini duyuramayanların sesine kulak vermenin.