Sevda GÜNEŞKIRAN

Bölüm 2: Göktürk Kitabeleri – Taşa Kazınan Hürriyetin Şiiri

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ben o taşlara bir kadın gözüyle bakarım.

O yontulmuş satırlarda yalnızca bir kağanın sesini değil, bir annenin öğüdünü, bir eşin bekleyişini, bir halkın suskun direnişini duyarım.

Taş serttir, ama söz yumuşaktır.

Ve o yumuşaklık, kadının nefesinden gelir.

Göktürk Kitabeleri…

Bizim için yalnızca taş değil, ana rahmi gibidir.

O taşlarda doğurulan şey, bir milletin hafızasıdır.

“Üze kök tengri asra yagız yir kılındukda, ikin ara kişi oglı kılınmış.”

(Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında, ikisi arasında insanoğlu yaratılmış.)

Bu satırı ilk kez okuduğumda, gözümün önüne bir doğum sahnesi geldi.

Sanki bir kadın nefesiyle gök ve yer arasında bir can doğuruluyordu.

O canın adı “Türk”tü.

Ben bu cümlede Tanrı’nın değil, ana toprağın sesini duydum.

“Türk budun yok bolmazun tiyin, budun bolçun tiyin, atam kağan oturmuş.”

(Türk milleti yok olmasın, millet olsun diye atam kağan tahta oturmuş.)

Ben bu sözü okurken bir babanın değil, bir annenin duasını hissederim.

“Evladım yok olmasın,” der gibi…

Savaşın, ihanetin, açlığın içinden geçerken bile çocuklarının yaşaması için dua eden bir kadının sesi vardır o taşta.

Belki adı yazılmadı ama duaları kazındı o taşa.

Ben bazen gözlerimi kapatıp Bilge Kağan’ın yanında duran kadınları hayal ederim.

Kül Tigin’in ardından ağlayan anaları, savaş dönüşü eline su döken eşleri…

Taş yazılırken orada bir kadın vardı mutlaka.

O taşın kenarında, elleri nasırlı, gözleri gökyüzüne bakan bir kadın.

Taş kazınırken o da dua ediyordu:

“Üstte gök çökmesin, altta yer delinmesin, milletim yıkılmasın.”

“Türk budun aç tok bolmazun, yayan atlı bolmazun tiyin, içre aşsız, taşra tonsuz budun kop yok boltı.”

(Türk milleti aç tok olmasın, yaya atlı olsun diye çalıştım; ama içte aşsız, dışta elbisesiz kaldı.)

Bu söz bana hep bir kadın yüreğini hatırlatır.

Çünkü biz kadınlar da öyleyizdir:

Evlat tok olsun diye kendimiz aç kalırız.

Bir milletin yaşaması için kendi yorgunluğumuzu saklarız.

Belki o taşları erkekler yazdı, ama içlerindeki sızı, bir kadının duasından geldi.

Tarihçi Bahaeddin Ögel der ki:

“Türk kadını, görünmeyen kahramandır; o, törenin taşıyıcısıdır.”

Ben derim ki, o yalnızca taşıyıcı değil, taşın kendisidir.

Göktürk Kitabeleri’ndeki her harf, onun yüreğinden kopan bir damla gibidir.

Taşın sertliğinde kadının sabrı, yazının derinliğinde kadının hikmeti vardır.

Kül Tigin’in ölümünü anlatan satırları okurken, kendi yüreğimden bir parça kopar:

“Kül Tigin uçdı. Ögüm katun süçig sabımda sımadı.”

(Kül Tigin öldü. Annem Hatun’un tatlı sözleri yüreğimde sönmedi.)

Bakın…

Orada bir “ana” anılıyor.

Kül Tigin’in ardından bile, Bilge Kağan annesinin sözlerini hatırlıyor.

Demek ki, tarihin en taşlı döneminde bile, bir kadının sözü ölmemiş.

Ben Göktürk Kitabeleri’ni okurken kağanların değil, kadınların sessizliğini duyarım.

Taşta adı geçmez, ama sesi vardır.

O ses bazen bir ninni, bazen bir ağıt, bazen de bir dua olur.

Ve o ses, milleti diri tutar.

Bugün bir Türk kadını olarak o taşa baktığımda şunu görürüm:

O taş, bir mezar taşı değil, bir doğum belgesidir.

Ve o belgede yazmasa da, satır aralarında biz varız 

Kadınlar, analar, eşler, yazarlar, susanlar…

Biz, taşın tozuyuz.

Ama o toz, tarihin en kalıcı mürekkebidir.

Kaynaklardan Seçme Alıntılar

Ergin, Muharrem. Orhun Abideleri, Boğaziçi Yay., 2005.

Tekin, Talat. Orhun Yazıtları, Simurg Yay., 2003.

Thomsen, Vilhelm. Inscriptions de l’Orkhon déchiffrées, 1896.

Ögel, Bahaeddin. Türk Mitolojisi, TTK Yay., 1971.

Kafesoğlu, İbrahim. Türk Milli Kültürü, Ötüken Yay., 1984.

“Ben taşa kazınan sözü, kadının kalbinde yeniden okurum.”

Bölüm 2: Göktürk Kitabeleri – Taşa Kazınan Hürriyetin Şiiri

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Börü Budun ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!