Sevda GÜNEŞKIRAN

Bölüm 1: Sözün Anaya Süt Kadar Kutsal Olduğu Çağ – Sözlü Edebiyat Dönemi

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Söz vardı, yazı yoktu. Ama o söz; bir milletin hafızası, bir annenin ninnisi, bir erkeğin savaş narasıydı.

Tarihler yazılmadan önce, Türk kadını destanlara dokudu oğlunun yiğitliğini. Alp Er Tunga’yı gözyaşıyla ağıtladı, Ergenekon’u göz nuruyla işledi. Bu milletin ilk şairi, koca kağanlardan önce; çocuğunu beşiğe değil, tarihe yatıran Türk kadınıydı.

Sözlü edebiyat bizim ilk aynımızdır. O aynaya baktığımızda hem devlet hem aşk görürüz. Kağanın otağında da yankılanırdı kopuz, bir çobanın yalnızlığında da… Çünkü bizde söz, yalnızca anlatmak için değil, yaşatmak içindir.

Bugünün edebiyatına burun kıvıranlar bilmez; bizim ilk şiirimiz atın nalında, ilk romanımız göç yolunda, ilk tiyatromuz toy meclislerinde sahnelenmiştir. Yazı, bizim için sadece kalem değil; önce yürekle, sonra dile düşen bir sırdır.

Tarih sayfaları Çin’den gelen seyyahların gözünden şöyle geçer:

“Türk boyları, kışın uzun gecelerinde ateşin etrafında, yaşlı erlerin dilinden dökülen kelimelerle tarihlerini, kahramanlarını anlatırlar. Yazı yoktur; ama her kelime, bir dağın yankısı kadar kuvvetlidir.”

— 7. yüzyıl Çin seyyahı Süan Zang’ın notlarından

Bu kelimeler, sadece anlatmak için değil, yaşatmak için söylenirdi. Çünkü söz, kadim Türklerin yaşam suyu, milletin damarlarında akan kan gibiydi.

Destandan Bir Kesit:

“Alp Er Tunga’nın yüreği,

Göğe meydan okuyan dağ gibi,

Kılıcı keskin, yurdu koruyan,

Sözleri ise güneş kadar parlak.”

Bu dizeler, sadece kahramanın cesaretini değil, onu anlatanın da yürek ateşini taşır. Çünkü sözlü edebiyat, anlatanın canından, gönlünden süzülür.

Sözün Kadını:

Türk kadını, evde, otağda, tarlada, her yerde destanları anlatır; oğluna, kızına aktarılan bu kelimeler, birer tohum gibi düşer yüreğe. Kimi zaman bir ninni olur, kimi zaman savaş meydanına atılan moral.

Ve o kelimeler, tarihin yazgısını belirler; çünkü bizde edebiyat, kağıttan değil, canlardan doğar.

Sözün Gücü ve Kadim Miras

Söz, Türk milletinde sadece iletişim aracı değil, kutsal bir emanettir. Analar öğüt verir, dedeler hatırlatır, gençler yemin eder sözle. Söz kopmaz bir bağdır; kaybolursa millet unutulur, yok olur.

Çin kaynaklarında da geçtiği üzere, Türkler “söz erleri”ne büyük değer verir, onların ağızlarından dökülen her kelimeye kulak kesilirdi. Çünkü o söz, milletin hafızası, vicdanı, kılıcıydı.

Bugün bazılarının hafife aldığı, sıradan gördüğü söz; binlerce yıldır bu topraklarda kahramanları yaşatan, destanları var eden en büyük güçtür.

Ve ben, bu yazı dizisinde, o kadim sözün izinde, kadın kaleminin titrek ama kararlı sesiyle, Türk edebiyatının doğuşuna tanıklık edeceğim.

Bölüm 1: Sözün Anaya Süt Kadar Kutsal Olduğu Çağ – Sözlü Edebiyat Dönemi

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Börü Budun ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!