Sevda GÜNEŞKIRAN

Bir Kadının Kaleminden Türk Edebiyatı Tarihi Bölüm 3: Uygur Edebiyatı – Yazının Kadim Sessizliği

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Göktürklerin taşlara kazıdığı haykırışlardan sonra, tarih sahnesine bir sessizlik çöktü.

Ama bu sessizlik korkudan değil, düşüncedendi.

Bu, bir kadının evladını uyuturken söylediği ninnideki sükûnetti; dışı sessiz, içi derin.

İşte Uygur edebiyatı böyle doğdu: Yazıyla, kâğıtla, mürekkeple…

Artık söz, taşa değil, kâğıda düşüyordu.

Ve o kâğıtlarda; tapınakların duvarlarını boyayan ellerin duası, çilehanelerde içe dönen bilgenin iç sesi,

ve evlatlarına barış dolu bir dünya bırakmak isteyen bir annenin hayali vardı.

Ben bir kadın olarak, Uygur metinlerine baktığımda ilk gördüğüm şey sessizliktir.

Ama bu öyle bir sessizliktir ki, bir çığlıktan daha gür, bir savaş narasından daha tesirlidir.

Çünkü bu devirde kelime, artık kılıç gibi değil; merhem gibi kullanılmaya başlanmıştı.

Bir Milletin Kalemiyle Yeniden Doğuşu

Uygurlar, 8. yüzyılın ortalarından itibaren Maniheizm’i, ardından Budizmi benimsediklerinde, yazının kutsallığı da yeniden tanımlandı.

Göktürk yazısının yerini alan Uygur alfabesi, kâğıt üzerine yazmanın, düşünceyi taşlardan kurtarıp ruha yerleştirmenin sembolüydü.

Bu değişim sadece alfabe değil, bir dünya görüşü değişimiydi.

Altun Yaruk Sutra’da şöyle bir satır yer alır:

“Her kim ışığın yolunu görürse, onun yüreği merhametle dolar.”

(Altun Yaruk Sutra, çev. G. Clauson, 1929, s. 87)

Bu cümledeki “ışık” yalnızca Tanrısal bir sembol değil; bilgi, şefkat ve anlayışın da timsalidir.

İşte bu anlayış, Uygur kültüründe kadının varlığını güçlendiren bir düşünsel temeldir.

Kadınlar, Sessizliğin Söz Sahipleri

Uygur şehirlerinde özellikle Turfan, Beşbalık ve Karaşar’da kazılarda bulunan metinler, kadınların dini, kültürel ve entelektüel yaşamda aktif roller üstlendiğini gösterir.

Turfan kazılarında bulunan bir el yazmasında şu ifade yer alır:

“Rahibe Çingün, yedi gün boyunca dua metinlerini yazıya geçirdi.”

(Turfan Fragmanı, Berliner Turfantexte, Bd. VII, s. 41)

Bu cümle, Uygur kadınlarının yalnızca inanç yaşamında değil, yazı kültüründe de doğrudan faal olduklarını gösterir.

Kadınlar, sutraların çoğaltılmasında, çevirilerde ve dua kitaplarının istinsahında görev almışlardır.

Bir başka örnek, Maniheist dualarından birinde karşımıza çıkar:

“Ben, ışığın annesiyim; karanlığı rahmime alıp, onu aydınlığa doğururum.”

(Maniheist Dua Metinleri, çev. A. von Le Coq, Manichaean Turfan Texts, 1919)

Bu dua, yalnızca dini bir metin değil; kadının yaratıcı, dönüştürücü gücünü simgeleyen bir edebi ifadeye de sahiptir.

Kadın artık sadece doğuran değil, ışığı doğuran, bilgiyi var eden figürdür.

Çevirinin Kadın Eliyle Dokunduğu Metinler

Uygurlar, özellikle Budist metinleri Çinceden, Sanskritçeden Türkçeye çevirirken “bilgelik” kavramını sade ve yumuşak bir dille işlediler.

Uygurca “Sekiz Yükmek” (Sekiz Kitap) metninde şu satır dikkat çeker:

“İyilik, annenin sütü gibidir; kim içerse ruhu arınır.”

(Sekiz Yükmek, çev. G. Hamilton, 1955)

Bu satırda “anne” yalnızca biyolojik bir figür değildir iyiliğin, merhametin kaynağıdır.

Bu ifade, Uygur dilinde kadın duyarlılığının edebiyata nasıl sinmiş olduğunu gösterir.

Sanatın, Yazının ve Kadının Birleştiği Yer: Tapınak Freskleri

Turfan bölgesinde bulunan Bezeklik Mağaraları fresklerinde, dua eden ve elinde kitap tutan kadın figürleri sıkça yer alır.

Sanat tarihçisi Aurel Stein bu konuda şöyle der:

“Bu kadınlar yalnızca dindar değil; bilgiyle aydınlanmış, öğretici bir duruş içindedir.”

(A. Stein, Ancient Khotan, Oxford, 1907, s. 212)

Bu gözlem, Uygur sanatında kadın figürünün bilgi, bilgelik ve yazı kavramlarıyla iç içe geçtiğini gösterir.

Kadın, hem dinî temsil hem entelektüel simge hâline gelir.

Sessizliğin Yankısı

Bugün o el yazmaları Londra, Berlin, St. Petersburg ve Tokyo müzelerinin tozlu arşivlerinde belki…

Ama her satırında hâlâ kadın eliyle dokunmuş bir dua, bir cümle, bir nefes vardır.

Irk Bitig’in 26. falında şöyle bir cümle geçer:

“Sözü dinleyen, sessiz olandır; sessiz olan, bilgedir.”

(Irk Bitig, çev. W. Radloff, 1899)

Bu satır, Uygur düşüncesinin özünü, sessizliğin içindeki bilgelik anlayışını yansıtır.

Kadının sessizliği de işte böyle bir bilgeliktir:

görünmez ama yön verici, konuşmaz ama öğreticidir.

Sonuç: Yazının Kadın Nefesi

Uygur edebiyatı, yalnızca bir din değişiminin değil, düşüncenin kadınsı bir inceliğe bürünmesinin hikâyesidir.

Göktürk taş yazıtlarının “erk” dolu tonundan sonra, Uygur kâğıtlarının “merhamet” dolu sesi gelir.

Yazı artık yalnızca hatırlamak için değil, anlamak içindir.

Ve kadın artık yalnızca doğuran değil; yazan, anlatan, çeviren, düşünen bir varlıktır.

Uygur kadınlarının sessizliği, tarihin en kadim cümlesidir.

O cümle hâlâ rüzgârın getirdiği bir dua gibi fısıldar:

“Kalemim ışığa dokunsun ki, kelimem insanın kalbine düşsün.”

Kaynakça (Seçme)

1. Clauson, G. (1929). The Uighur Translation of the Altun Yaruk. Oxford University Press.

2. von Le Coq, A. (1919). Manichaean Turfan Texts. Berlin Academy Press.

3. Hamilton, G. (1955). The Eight Books (Sekiz Yükmek) of the Uighurs. Journal of the Royal Asiatic Society.

4. Radloff, W. (1899). Irk Bitig: Das Buch der Weissagungen. St. Petersburg.

5. Stein, A. (1907). Ancient Khotan: Detailed Report of Archaeological Explorations. Oxford University Press.

6. Raschmann, S. (2000). Die Uigurischen Handschriftenfunde von Turfan. Berlin: Akademie Verlag.

7. Tekin, Talat (1988). Uygurca Metinler I-II. Türk Dil Kurumu Yayınları.

Bir Kadının Kaleminden Türk Edebiyatı Tarihi Bölüm 3: Uygur Edebiyatı – Yazının Kadim Sessizliği

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Börü Budun ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!