Çölün İki Yüzü
Güneşin kavurduğu, kum fırtınalarının ufku sildiği ve ölümün ensede bir gölge gibi dolaştığı o kadim coğrafyada, Afrika’nın kalbi Sahel’de, tarihin gördüğü en garip karşılaşmalardan biri yaşanıyor. Bir yanda, yüzleri maskeli, kimlikleri meçhul, sadakati banka hesaplarındaki rakamlara endeksli “savaş tüccarları”; diğer yanda ise binlerce yıllık devlet geleneğinin disipliniyle yoğrulmuş, sinesinde “Ordu-Millet” şuurunu taşıyan, yüzü açık ve alnı ak Türk askeri doktrini… Bu karşılaşma, sadece iki farklı üniformanın veya iki farklı silahın karşılaşması olmaktan çok öte bir manaya sahiptir. Bu, iki ayrı dünyanın, iki ayrı ahlakın ve iki ayrı medeniyet tasavvurunun sessizce çarpışmasıdır.
Bugün Mali’den Nijer’e, Burkina Faso’dan Libya çöllerine kadar uzanan hat üzerinde, modern zamanların “Haşhaşileri” diyebileceğimiz Wagner (yeni kılıfıyla Africa Corps) unsurları cirit atarken; Türk devlet aklının temsil ettiği askeri kültür, bambaşka bir frekanstan, bambaşka bir hikâye anlatmaktadır. Savaş, kimileri için kanlı bir ticaret, kimileri içinse bir varoluş ve nizam davasıdır. Sahel’in kaderi, bu iki zıt kutbun mücadelesinde şekillenmektedir.
Meçhul Askerler ve Anonim Şirket: Wagner Gerçeği
Savaşın özelleştirilmesi, Batı medeniyetinin ve bilhassa modern kapitalizmin, insanlığı getirdiği en karanlık noktadır. Rusya’nın stratejik bir aparat olarak sahaya sürdüğü Wagner, bu karanlığın en somut tezahürüdür. Onlar için askerlik, kutsal bir vazife veya vatan savunması olmaktan uzaktır; bilakis, risk primi yüksek, öldürme yetkisinin “meşru” kılındığı bir meslek dalıdır. Wagner’in Sahel’deki varlığı, bir devletin resmi ordusunun varlığına benzemez. Onlar, “Sorumluluk Reddi” (Plausible Deniability) doktrini üzerine kuruludur. İşledikleri suçlar Moskova’ya mal edilemez, ölüleri resmî törenle gömülmez, arkalarında bıraktıkları yıkımın hesabı sorulamaz.
Bu yapı, adeta bir “savaş anonim şirketi” gibi işlemektedir. Sahra’nın ortasında bir Wagner paralı askerini motive eden yegâne unsur, koruduğu rejimin ona vadettiği altın madenleri, elmas yatakları veya nakit akışıdır. Sadakatleri, kontratlarının süresiyle sınırlıdır. Namlu, parayı verene dönüktür; lakin yarın daha yüksek bir teklif geldiğinde, o namlunun kime döneceğinin garantisi bulunmamaktadır. Tarih, Kartaca ordularından Roma’nın lejyonlarına kadar, paralı askerlerin (mercenaries) ihanetleriyle doludur. Çünkü ruhunu paraya satan adamın, o parayı harcayacak bir ömre ihtiyacı vardır; ölmek, kontratın doğasına aykırıdır. Bu sebeple Wagner unsurları, çatışmanın en şiddetli anında, kendi canlarını korumak adına, “korumakla mükellef oldukları” sivilleri ateşe atmaktan çekinmezler. Onların doktrininde “şehadet” yoktur, “zaiyat” vardır. Zaiyat ise, bilançoda “gider” kalemine yazılan soğuk bir rakamdan ibarettir.
Mete Han’dan Bugüne: Ordu-Milletin Genetik Kodları
Türk milleti için askerlik, üniforma giyilip çıkarılan, mesai saati bitince son bulan bir “iş” mefhumuyla izah edilemez. Mete Han’ın ıslıklı okundan bu yana, Türk töresinde ordu ve millet, etle tırnak gibi, ruhla beden gibi iç içe geçmiştir. Batı dillerinde “sivil” ve “asker” ayrımı keskin hatlarla çizilmişken; Türkçede her Türk, “asker doğar”. Bu, hamasi bir slogandan ziyade, sosyolojik ve tarihsel bir hakikattir. Bizim savaş doktrinimizin temelinde “Rızık” değil, “Rıza” vardır; İlahi rıza ve milletin rızası…
Türk askeri, dünyanın neresine giderse gitsin, sırtındaki çantada sadece mühimmat taşımaz. O çantada; Alparslan’ın feraseti, Kılıçarslan’ın cesareti ve Çanakkale’deki isimsiz neferin “Önce Vatan” diyen adanmışlığı saklıdır. Sahel’de veya Somali’de görev yapan bir Türk subayı, karşısındaki yerel halka “sömürge tebası” veya “potansiyel tehdit” nazarıyla bakmaz. Onun genetiğinde, “mazluma yunuf (yumuşak), zalime yavuz” olmak kodlanmıştır.
Wagner’in paralı askeri için “işgal”, bir ganimet toplama sürecidir. Türk askeri içinse “harekât”, bir nizam verme, güven tesis etme ve “İlay-ı Kelimetullah” davasının bir cüzüdür. Türk töresinde, aman dileyene kılıç kalkmaz, sivilin malına el uzatılmaz, ibadethaneye dokunulmaz. Bu ahlaki üstünlük, en modern silahlardan daha keskin, en kalın zırhlardan daha kavidir. Afrika’nın hafızasında sömürgeci Batı askerlerinin zulmü ve şimdi de Rus paralı askerlerinin vahşeti kazılıyken; Türk askerinin “Mehmetçik” sıfatıyla, merhamet ve disiplin timsali olarak temayüz etmesi, işte bu köklü mayanın eseridir.
Sahadaki Yansıma: Korku İmparatorluğu mu, Güven Kalesi mi?
Sahel coğrafyası, devlet otoritesinin zayıfladığı, kabile bağlarının kanun yerine geçtiği kaotik bir zemindir. Rus paralı asker şirketi, bu kaosu yönetmek yerine, onu derinleştirmeyi tercih eder. Çünkü kaos, onların varlık sebebidir. Güvenlik, onlar için satılan bir hizmettir ve müşterinin sürekli korku içinde olması, hizmetin devamlılığı için elzemdir. Wagner’in girdiği köylerde, halkın gözlerinde görülen duygu, safi “korku”dur. Maskeli adamlar, gece yarısı baskınları ve faili meçhul infazlar… Bu yöntem, kısa vadede bir sessizlik sağlasa da orta vadede halkın devlete olan öfkesini bilemekte ve terör örgütlerine katılımı artırmaktadır.
Buna mukabil, Türk askeri aklının sahaya yansıması “Kurumsallaşma” ve “Eğitim” odaklıdır. Türkiye, balık vermekten ziyade balık tutmayı öğreten bir strateji izler. Yerel ordu unsurlarının eğitilmesi, disipline edilmesi ve bir “devlet ordusu” hüviyeti kazanması, Türk doktrininin önceliğidir. Türk subayı, Afrikalı meslektaşına sadece tetiği nasıl çekeceğini değil; o tetiği ne zaman ve kime karşı çekmemesi gerektiğini, yani “harp hukukunu” ve “askerlik onurunu” öğretir.
Bugün Libya’da veya Somali’de kurulan Türk askeri üslerinin çevresinde hayat canlanmakta, ticaret artmakta ve insanlar kendilerini güvende hissetmektedir. Oysa Wagner kamplarının çevresi, insansızlaştırılmış “ölüm bölgeleri”dir. Biri, girdiği yere “medeniyet ve nizam” götürürken; diğeri “korku ve yağma” düzeni kurmaktadır. Türk askeri, görev yaptığı bölgede çocukların başını okşarken tereddüt etmez; çünkü vicdanı rahattır, yüzü açıktır. Paralı asker ise maskesini çıkaramaz; çünkü o maske, sadece kimliğini değil, vicdansızlığını da gizleyen bir perdedir.
Sadakatin Kimyası: Kan Bağı vs. Banka Hesabı
Savaş, nihayetinde insanın iradesinin sınandığı bir cehennemdir. O cehennemde ayakta kalmanızı sağlayan güç, elinizdeki tüfeğin kalibresi değil, yüreğinizdeki inancın sağlamlığıdır. Wagner türü yapılarda hiyerarşi, para akışına göre şekillenir. Komutan, emrindeki askerin “patronu”dur. Türk ordusunda ise komutan, askerinin “büyüğü”, “atası” ve icabında canını emanet ettiği silah arkadaşıdır. “Ölürsem şehit, kalırsam gazi” düsturu, hiçbir para birimiyle satın alınamayacak bir motivasyon kaynağıdır.
Sahel’in zorlu ikliminde, lojistik hatların koptuğu, suyun bittiği, mühimmatın azaldığı o kırılma anlarında; paralı asker “Bu para için değmez” diyerek mevziiyi terk edebilir. Lakin Türk askeri, Kürşad’ın Çin sarayını basarken hissettiği o adanmışlıkla, son mermisine kadar, hatta süngüsüyle hattı müdafaa eder. Çünkü o, orada şahsi bir menfaat için bulunmamaktadır; o, devletinin ali menfaatleri ve bayrağının şerefi için oradadır. Bu ruh hali, yerel halklar üzerinde de dönüştürücü bir etki yaratır. Afrikalı asker, Türk eğitmeninde gördüğü bu “adanmışlığı” örnek almaya başlar. İşte asıl zafer, düşmanı öldürmekle değil, dostun kalbine bu “vatanperverlik” tohumunu ekmekle kazanılır.
Sonuç: Tarihin Hükmü ve Geleceğin İnşası
Dünya harp tarihi, paralı asker ordularının saman alevi gibi parlayıp söndüğünü, lakin milli orduların çınar ağacı gibi kök salıp asırlarca yaşadığını defalarca ispat etmiştir. Bugün Afrika’da esen Wagner rüzgârı, geçici bir fırtınadan ibarettir. Temeli menfaate dayalı olan hiçbir yapı, uzun vadede kalıcı olamaz. Rusya’nın “Güvenlik İhracatı” adı altında pazarladığı bu model, Afrika devletlerinin egemenliğini aşındıran, onları dışa bağımlı kılan ve iç barışı zehirleyen bir reçetedir.
Buna karşılık, Türk’ün “Ordu-Millet” anlayışı, Afrika’nın ihtiyaç duyduğu gerçek bağımsızlık ilacının ta kendisidir. Kendi vatanını, kendi evlatlarıyla ve kendi milli şuuruyla koruyan bir ordu… Türkiye’nin Afrika’daki misyonu, işte bu ruhu aşılamaktır. Bizim ihraç ettiğimiz şey, sadece zırhlı araç veya İHA/SİHA teknolojisi olmaktan uzaktır; biz, binlerce yıllık devlet geleneğimizin damıttığı “askeri ahlakı” ve “vatan savunması bilincini” paylaşıyoruz.
Gelecek, yüzünü maskeyle gizleyenlerin değil; alnı açık, başı dik ve vicdanı hür olanların olacaktır. Sahel’in kumlarında Wagner’in ayak izleri rüzgarla silinip gidecektir; lakin Türk’ün ektiği kardeşlik ve nizam tohumları, o topraklarda ulu ağaçlara dönüşecek, gölgesinde nice mazlumlar ferahlayacaktır. Parayla tutulan sadakat, namlu dönene kadardır. Kanla, irfanla ve töreyle yazılan sadakat ise mezara kadardır. Türk’ün farkı, işte bu “ölümsüz” sadakattedir.



