Vatan yaralıydı.
Toprak çiğnenmiş, bayrak indirilmiş, dil susturulmak istenmişti.
Ve biz kadınlar…
Bir yandan evladımızı cepheye yollarken, diğer yandan kendi kalbimizle cephe oluyorduk.
Millî Edebiyat işte tam da bu yaranın içinden doğdu.
“Yeni Lisan” manifestosuyla sesini bulan bir uyanıştı bu.
Ağlamak için değil, ayağa kalkmak için yazıldı.
Aşkla değil, imanla…
Sarayın ipeğini, Paris’in hayalini, İstanbul’un dargın kalemlerini bir kenara bırakıp,
Anadolu’nun bozkırına, milletin çığlığına, halkın yanık türküsüne döndü yüzler.
Ziya Gökalp, edebiyatı bir millet kurucu olarak gördü.
Onun “Turan” şiiri, sınırları haritadan değil, kalplerden çizen bir ülküydü.
Ömer Seyfettin, sade Türkçeyle yazarken aslında “biz yeniden varız” demek istedi.
“Pembe İncili Kaftan”da, “Kaşağı”da, “Falaka”da yalnızca hikâyeler değil,
bir milletin onuru, gururu, çocukluğunun temiz sesi vardır.
Mehmet Emin Yurdakul, “Ben bir Türk’üm, dinim cinsim uludur” derken
benim gibi kadınların da yüreğine bir ana sütü gibi damladı o mısralar.
Onun dizelerinde bir köylünün alnındaki ter de, bir askerin göğsündeki madalya da aynı kutsallıktadır.
Ve Halide Edib Adıvar…
O artık yalnızca bir kadın yazar değil,
bir ordu gibi yürüyen, hem kalemle hem megafonla milletin vicdanı olan bir Türk kadınıydı.
Onu Sultanahmet Meydanı’nda halka hitap ederken dinleyenler,
bir milletin yeniden doğuşuna tanıklık ettiler.
Ben onun “Ateşten Gömlek”’inde kendi cesaretimi okudum.
Evladını şehit veren ananın sabrını,
yangın yerinde aşka direnen bir kadının onurunu…
“Vurun Kahpeye”de, kalemini silah gibi kullanan öğretmen Aliye’de
bir kadının iradesini, bir milletin direnişini buldum.
Bu dönem edebiyatında kadın, artık sadece “aşık olunan” değil,
cephede mermi taşıyan, ocakta umut pişiren, yüreğiyle millet doğuran bir figürdür.
Kadın artık mazmun değil, mazlum da değil mihenk taşıdır.
Şükûfe Nihal’in, Halide Nusret Zorlutuna’nın, Azmiye Hami Güven’in dizelerinde
kadının kalemi, vatan toprağı kadar bereketli ve diridir.
Bu edebiyatta süslü cümleler değil, yalın gerçeklik vardır.
Çünkü zaman, hayal kurma değil, var olma zamanıdır.
Köyde bir çocuk ağladığında, şehirde bir asker düştüğünde,
bu yazarların kaleminde o ses yankılanır.
Millî Edebiyat bir bayraktır.
Ve o bayrağı tutan ellerin yarısı kadındır.
O eller, yalnızca evlat büyütmedi;
bir milletin hafızasını, dilini, geleceğini de büyüttü.











