Güvenlik ve Terör-Terörizm Uzmanı / Türkiye AB ilişkileri bağlamında Almanya’nın Kürt ve PKK Politikaları / Avrupa’nın Ruhu / PKK’nın Siyasallaşma Çabaları Almanya – İsveç Örneği kitaplarının yazarı Ömer KALAYCI ile Simge Erciyas: Siyasi Gelişim Uzmanı
Söyleşi
Alman devleti, terör örgütü PKK’yı nasıl tanımlıyor, nasıl yaklaşıyor?
Alman Anayasayı Koruma Dairesi raporlarında, bölücü Kürtçü terör örgütü PKK ve uzantıları olduğu ifade edilen yapılanmaların başta Berlin Teknik Üniversitesi olmak üzere pek çok Alman üniversitesinde örtülü değil açık şekilde örgüt propagandası yaptığı belirtilmektedir. Alman üniversiteleri ve pek çok meydanda gerçekleştirilen bu açık propaganda faaliyetlerinin amacı; örgütün üzerindeki yasağın kaldırılması, kurucu üyelerinin zararsız ve özgürlük savaşçıları olduğu düzenlenen gösteri, miting, konferans ve filmlerle alenen terör propagandası ve terör örgütüne militan temin etme çalışmasıdır; üstelik tüm bu gösteriler ve yasaklı faaliyetler Alman Sol Parti ve Yeşiller tarafından izinleri alınmakta ve devletin kolluk güçlerinin önünde yine devlet üniversitelerinde gerçekleştirilmektedir.
Federal Anayasayı Koruma Dairesi’nin yıllık olarak yayımladığı raporlarda PKK’nın Almanya ve Avrupa’yı geri çekilme, militan toplama ve finansal kaynak sağlama yeri olarak kullandığı ifade edilmektedir. Bu gerçeğe rağmen, bir terör örgütünün bu kadar pişkince ve açık bir şekilde faaliyetlerini sürdürebiliyor oluşuna kamuoyunda hiçbir tepki verilmemektedir. Böyle bir organizasyonu düzenleyen kişilerin yaptıkları bu faaliyet ile bir terör örgütünü destekledikleri ve dolayısıyla suç işledikleri ortadayken, Almanya’da bundan dolayı cezaya çarptırılacaklarına dair hiçbir endişelerinin olmadığı anlaşılmaktadır.
Alman Yasaları ve Alman Hukuku ne diyor bu duruma?
Bölücü Kürtçü terör örgütü PKK, zararsız bir kültür derneği değil, on binlerce insanı katletmiş bir terör örgütüdür. Topladıkları haraçlarla, silah ve uyuşturucu ticareti ile kendini finanse etmekte, hemen her gün bombalı saldırılar düzenleyerek güvenlik güçlerini ve sivil halkı hedef almaktadır. Terör örgütlerinin propagandasının yapılması, terör örgütlerine militan toplanması yasaktır ve buna hiçbir şekilde müsamaha gösterilemez. Bu bağlamda Federal Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanı hukuk devletinin gerekliliklerini yerine getirerek bu faaliyetlere derhâl engel olmalıdır. Bunu aynı zamanda Almanya’nın da iç güvenliği için yapmak durumundadırlar.
Almanya Türkiye için önemli bir müttefik ve NATO ortağıdır. Türkiye yıllarca Almanya’dan terörle mücadelesinde samimi aktif destek beklemiştir. Sözlü olarak sürekli ifade edilen dayanışmanın, PKK terörüne kurban gitmiş insanların anısına hürmeten de artık somutlaşma vakti çoktan gelmiştir.
Alman devleti bir yandan resmi olarak PKK’yı yasaklarken öte yandan faaliyetlerine göz mü yummaktadır?
Şimdiye kadar Almanya ve bölücü Kürtçü terör örgütü ile ilgili yazmış olduğum kitap, makale ve yazılarımda, söz konusu Alman devletinin örgüte bakışı ve ilişkisini Alman İç İşlerine bağlı Anayasaya Koruma Teşkilatı yani iç istihbarat raporlarına dayanarak yazdım. Buna rağmen, iç istihbarat teşkilatı ve eyalet istihbarat teşkilatları, her yıl yayımladıkları raporlarında örgütün militan sayısını, faaliyetlerini, uyuşturucu, kara para aklama ve diğer yasadışı faaliyetleriyle ilgili bolca bilgi vermektedir. Anayasayı Koruma Dairesi’nin hem federal hem de eyalet bazında yayımladığı raporlarda PKK’nın Almanya’yı geri çekilme, militan toplama ve finansman merkezi olarak kullandığı ifadesi açıkça belirtilmektedir. Federal Dışişleri Bakanı reddetse de Federal Anayasayı Koruma Dairesi ‘Avrupa’nın PKK için ‘güvenli bir liman’ teşkil ettiğini’ açıkça ifade etmektedir. Herhangi bir terör örgütünün kendi ülkesinde faaliyetlerine göz yummak da uluslararası hukukta karşılığı desteklemek anlamına gelmektedir.
PKK’nın Almanya’da neredeyse her gün rahatça propaganda yapabiliyor olması PKK’nın kâğıt üzerinde yasaklı olduğu, ama bunun pratiğe hiçbir etkisinin olmadığının kanıtıdır. Federal Almanya sınırları içerisinde hukuki olarak yasak kapsamında bulunan yüzü aşkın takipçi örgüt hiçbir engelle karşılaşmaksızın eylemlerine devam edebilmekte, gösteri ve PKK propagandası yapabilmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki, Alman Dış İşleri Bakanlığı nezdinde Alman devleti PKK ile olan İlişkisini, desteğini kabul etmiyor.
Esasında Federal Anayasayı Koruma Dairesi Başkanlığı ve Eyalet iç istihbarat raporları, bölücü Kürtçü terör örgütü PKK ve şemsiyesi altındaki yapılanmalara karşı Alman devletinin kurumsal tutumunu çok iyi özetlemektedir. Bu hakikat tamamı Federal Meclis tutanaklarından alınan 07 Ocak 2015 ve 27 Ocak 2016 tarihli raporlarla ortaya çıkmıştır. Buna göre 4.400 sonuçlanmamış soruşturmalar neticesinde dokuz kişiye karşı sekiz adet ceza davası yürütülmüştür. Bu bağlamda altı sanığa karşı açılan beş adet dava hapis cezası ile sonuçlanmıştır. Bütün bunlar ortadayken ve Anayasayı Koruma Dairesi Raporu’nda dahi 14 bin PKK üyesinden söz edilmekteyken PKK ile ciddi bir şekilde mücadele edildiği iddiasında bulunmak gerçekten kabul edilemez.
Alman Medyasının bu duruma karşı tutumu hangi yöndedir? Anlattıklarınızdan Alman medyasının da PKK’nın propaganda faaliyetlerini desteklediği anlaşılmaktadır?
Alman medyası, yazılı ve görsel medyada dilinden hiç düşürmediği eleştirel tutumu kendisi de gösterememektedir. Bir tanesi ‘savunulması mümkün olmayan suçlamalardan’ bahsetmekte (FAZ-Frankfurter Allgemeine Gazetesi) , diğeri de Alman cumhurbaşkanının, Türk yetkililerinin suçlamalarını ‘açık bir dille reddettiğini’ söylemekle yetinmektedir (SZ-Süddeutsche Gazetesi). Alman İstihbarat Teşkilatı ve Alman Vakıfları isimli makalemde de belirttiğim üzere Alman medyasının tamamı Alman istihbarat teşkilatına bağlı olarak hareket etmektedir. Yani, BND’nin onay vermediği hiçbir yayını yapmak neredeyse mümkün değildir. Bu durum da medyanın kurumsal olarak özellikle Türkiye’nin terör-terörizmle mücadelesinde ve Alman devletinin örgütü desteklediği konusunda BND kontrolünde haberler yaptığını ortaya koymaktadır. Sergilenen tek taraflı habercilik yüzünden Almanlar, Türkiye’nin terörden ne çektiğini ve terörizmle iş birliğinde kendi ülkelerinin neden iş birliğine gitmediğini bil(e)memektedir. Eğer Alman devleti terör-terörizmle iş birliği yapan samimi bir ülke olmuş olsaydı; Türkiye’ye gelen devlet yöneticileri ve siyasilerin bölücü Kürtçü teröristlerin ailelerini ziyaret etmeyi alışkanlık haline getiren örgüt yanlısı ve uzantıları politikacılarla dayanışma içerisine girmeyi tercih etmezlerdi.
Almanya’nın PKK’ya desteği Federal Anayasayı Koruma ve İç İşleri İstihbarat Teşkilatında yer aldığını belirten Ömer Kalaycı, resmiyette Alman Dernekler Kanunu’na göre PKK’nın yasaklı listede yer almasına karşın kurdukları illegal dernekler ve faaliyetleri devam ediyor demektedir. Bununla birlikte pek çok Avrupa ülkesi ile beraber özellikle Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda, İsviçre gibi ülkelerde PKK’nın çok rahat hareket edebildiğini, istedikleri şekilde propaganda yapabildiklerini anlatan Ömer Kalaycı, sözlerini şöyle sürdürdü:
Bölücü Kürtçü terör örgütü PKK ve şemsiyesi altında varlıklarını sürdüren terör örgütü yapılanmaları, Avrupa genelinde Almanya özelinde, kâğıt üzerinde terör örgütleri listesinde yer almalarına karşın varlıklarını sürdürüyor ve faaliyetlerine devam etmektedirler. EUROPOL ve Alman iç istihbarat raporları, bölücü Kürtçü terör örgütünün Almanya’da istediği gibi terör eylemleri için militan topladığını, Türkiye’ye, Suriye’nin kuzeyine ve Irak’ın kuzeyine topladığı militanları genel bir doktrin eğitiminden sonra, istediği gibi haraç, bağış topladığı açık bir şekilde yazıyor. Bölücü Kürtçü terör örgütüne bağlı yayımlanan pek çok günlük, haftalık gazete ve aylık dergiler aracılığıyla propaganda faaliyetlerini sürdürüyor. Alman devletinin gerek istihbarat raporlarında belirtilen bilgileri gerekse sahadaki gelişmeleri görmezden gelmesi kabul edilemeyeceği gibi terör örgütünün gerek ülkemizde gerekse sınır ülkelerde kanlı eylemlerini sürdürürken, aynı terör örgütünün mensuplarını ve lider kadrosunu Almanya’da saklaması da uluslararası hukuka aykırıdır.
Türkiye’nin terörle mücadelesinin yurt dışında etnik bir çatışma olarak gösterildiğini vurgulayan Ömer Kalaycı, PKK, YPG ve PYD tarafından Almanya ve benzeri ülkelerde açılan stantlarda Türkiye’nin Kürtlere karşı bir mücadele yürüttüğü, terör örgütünün de Kürtlerin hakkını savunduğu yönünde bir görüntü yansıtıldığını ve “Kim PKK için Türkiye’de savaşmak ister.” şeklinde çağrılar yapılarak, militanlar toplandığını kaydetti. 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’deki darbeye tepki göstermek için Almanya’da sokaklara çıkan Türklerin, çeşitli engellerle karşılaştığını ancak PKK terör örgütünün ise istediği zaman istediği eylemi gerçekleştirebildiğini aktaran Ömer Kalaycı, DEAŞ ve diğer Selefi yapılanmalara karşı ise net bir tavır sergilendiğini, özellikle IŞİD propagandasına izin verilmediğini ifade etti.
Son zamanlarda Bölücü Kürtçü terör örgütü ve yandaşları, Avrupalı Türklerin yoğun olarak yaşadıkları ve bulundukları ortamlara yönelik saldırılar gerçekleştiriyor. Bu sene başında özellikle Türk ve bölücü Kürtçülerin yoğun olarak yaşadığı Fransa’daki olaylar işin hangi boyutta ilerlediğini gözler önüne sermektedir. Hangi ülkede olursa olsun ancak ortak çıkar ve hedefler doğrultusunda Türkiye’nin gelişmesini, istikrarını ve Avrupalı Türklerin giderek yaşadıkları ülke toplumun pek çok kesiminde yer alıyor olmasını hedef alan kim varsa olağanüstü bir şekilde desteklenmektedir.
Özellikle 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişimi öncesi ve sonrasında Avrupa ülkelerine kaçabilen darbeci ve bölücü Kürtçü terör örgütlerine karşı alınan önlemler toptancı bir şekilde hukuk devletinin altının oyulduğu şeklinde tasvir ediliyor. Alman devleti, medyası aracılığıyla iç kamuoyuna yönelik bir yandan Türkiye ile terörizme karşı iş birliği mesajları verirken öte yandan da FETÖCÜ ve bölücü Kürtçü teröristlere propagandalarını yapabilmeleri için geniş bir alan sunuyorlar. Bu durum aynı zamanda ideolojileri farklı olmasına karşın ortak çıkarları ve hedefleri Türkiye olan her örgütün kolektif eylemlerine ve bunları destekleyen ülkelerin de kolektif terörizme bulaştıklarına işaret etmektedir. Almanya’da her yıl on milyonlarla ölçülen meblağların PKK için aktığı, terör eylemleri gerçekleştirmek üzere Almanya’ dan örgüte katılanlarla birlikte terör örgütleri içerisinde en çok militan sayısına sahip (14 bini geçtiği ifade edildiği ve her gün şehir meydanları ve Federal Meclis önünde propaganda yapabildikleri) bu kurumların yayınlarında açık bir şekilde yer alıyor. Federal Yargıçlar, bölücü Kürtçü terör örgütü PKK’nın hedeflerine ulaşmak amacıyla sahip olduğu siyasi kanadın yanında, askerî nizama göre yapılandırılmış ‘gerilla birliklerinin’ de bulunduğunu ortaya koymuşlardır. Mahkemeye göre PKK ‘başta Türkiye’nin güneydoğusu olmak üzere bilhassa Türk polislerine ve askerlerine’ saldırılar düzenlemekte ve bu saldırılarda ‘sivil halk da sürekli olarak’ zarar görmektedir. Mahkeme’ye göre PKK’nın amacı ‘saldırılar düzenleyerek Türkiye’de kasten adam öldürmek.’ Mahkeme ayrıca PKK’yı ‘oldukça tehlikeli bir terör yapılanması’ olarak da nitelendirmektedir.
Almanya’nın Türkiye Karşıtlığının Altında Ne Yatmaktadır?
II. Abdülhamid ve II. Wilhelm ile başlayan özellikle 20. yüzyılın başlarında gelişen iki ülke ilişkileri Birinci Dünya Savaşı ile stratejik ortaklığa silah kardeşliğine (Goeben (Yavuz) ve Breslau (Midilli) gemilerinin Osmanlı’ya katılması) dönüşmüş olsa da İki imparatorluk aynı anda yenilerek küçülmüşlerdir. Almanya, kayıtsız şartsız ABD-İngiltere-Fransa-İtalya itilafına teslim olurken, Mustafa Kemal Paşa liderliğinde başlatılan kurtuluş mücadelesi, içinde İngiltere- Fransa- İtalya ile onların taşeronu Yunanistan’ı savaş alanında mağlup etmiş ve yeni bir Türk devleti kurmuştur. Türkler tarihin hiç çağında sürekli bir işgal ve hegemonya altında kalmamışlardır. Oysa her iki dünya savaşının mağlubu Almanya, müttefiki Japonya ile birlikte hala ABD’nin siyasi ve askeri vesayeti altındadır.
Türk tarihi açısından 1915’de Çanakkale’deki zaferde Alman silah teknolojisi ile Almanya’nın tedarik ettiği silah ve cephanenin önemli katkısı olduğu söylemek doğru olsa bile Liman von Sanders yönetiminde alınan stratejik kararlar Çanakkale’de çok daha fazla zayiat vermemize sebep olmuştur. Bununla birlikte Türkiye’nin ikinci dünya savaşındaki tarafsızlığı Almanya’ya çok büyük jeostratejik avantajlar sağlamıştır. Hitler, Türkiye ile saldırmazlık anlaşmasının imzalanmasından sadece 4 gün sonra Rusya cephesini açmıştır. Türkiye bu kararının karşılığını İkinci Dünya Savaşı sonrasında mağluplar tarafında yer alarak ve 12 Adaları kaybetmekle görmüştür.
Almanya’ya savaşın sonunda uygulanan Versay Antlaşması ile ülkenin ordusu minimize edilmiş, yeni anayasası ABD tarafından İstihbarat örgütü BND ise CIA eliyle yeniden düzenlenmiştir. Tıpkı Japonya’ya uygulanan San Francisco Antlaşmasına benzer şekilde her iki ülkede 1957 yılına kadar ABD tarafından yönetilmiş ve sonrasında da Atlantik İttifakının Avrupa öznesi konumuna getirilmiştir. Özellikle 1960 itibariyle hızla ekonomik kalkınmaya başlayan Almanya, Türk işçi gücü ile büyük bir boşluğunu kapatmıştır. Türk- Alman ilişkilerine en büyük katkıyı, Hitlerin zulmünden kaçan bilim adamları yapmıştır. Atatürk tarafından davet edilen bilim adamları hem ülkenin imarında hem eğitim alanında hem de Batı kültürünün yerleşmesinde önemli katkılar sağlamışlardır. Ancak Nazi Almanya’sı ile bütün diğer ülkelerde olduğu Türkiye’nin de siyasi, ideolojik ve toplumsal değerleri örtüşemezdi. Bu bağlamda 1939-1945 savaş yılları ve 1945-1955 Almanya’nın toparlanma yılları boyunca iki ülke arasında stratejik bir ortaklığa gidebilecek bir ilişki trafiği olmadı. Savaş sonrası Türkiye de ekonomik siyasal ve toplumsal bir çalkantı içindeydi.
Sovyetler Birliğinin dağılması sonucu güney ve doğu Avrupa’da önemli bir güç boşluğu oluştu. Bu güç boşluğunu Almanya, Fransa ile birlikte Avrupa’da ABD’yi dengeleyecek alternatif bir güç merkezi yaratmak istedi. Bu bağlamda, Almanya ve Fransa 1992 Maastricht Anlaşması ile AB’nin ekonomik ve siyasi birliğini hukuki açıdan da sağlamlaştırdılar. 1999’da Doğu Almanya’yı bünyesine katan Batı Almanya, jeopolitik anlamda güç kazandı. Almanya ve Fransa 1999’da ortak para Avro ile ABD dolarına rakip bir para yarattılar. Avro, ABD’ye ekonomiden ziyade küresel çapta siyasal bir meydan okumaydı. Avrupa kolordusu ile birlikte AB, ABD’den bağımsız bir güç merkezi haline gelmeyi hedefliyordu. Avro geçen 16 yılda, 1945’den bu yana dünya parası olan Amerikan dolarına karşı alternatif olmayı başardı. Ayrıca, Soğuk Savaş sonrası yeni siyasi ve askeri denge arayışlarında; takas, milli paraların kullanılması gibi yeni yollar açarak Amerikan dolarının psikolojik üstünlüğünü de sona erdirdi. AB, genişleme stratejisi ile birliğin siyasi coğrafyasını da güçlendirmeye çalıştı. 2004 yılındaki 10 üyelik genişleme, ABD’nin Irak’a müdahalesi devam ederken gerçekleşti. ABD, Irak’ı işgal ederken yanında sadece AB üyesi İngiltere vardı. 2004 genişlemesi AB’yi, ABD-Rusya-Çin’e ilave olarak siyasi açıdan yeni bir güç merkezi haline getirdi. Bu gelişme, kısa süre sonra Almanya’yı BM Güvenlik Konseyi’nin sürekli fahri üyesi haline getirdi. ABD, Almanya’nın liderliğindeki bilek bükme stratejisini çok çabuk fark etti. Bu bağlamda, başta Polonya ve Baltık ülkeleri olmak üzere yaptığı ikili güvenlik ve savunma anlaşmaları ile AB’nin etkin bir alternatif güç merkezi haline gelmesini önledi. AB ekonomik bütünleşmedeki başarısını dış politika ve güvenlik alanına aynı oranda yansıtamadı. Böylece ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa genelinde Almanya özelinde devam ettirdiği siyasi ve askeri vesayetini sürdürdü. Almanya’nın askeri gemi ve uçak inşası üzerindeki kısıtlamalar devam ediyor. Almanya da Türkiye ile vardığı silah anlaşmalarına Türkiye’nin terörle mücadelesinde sözde Kürtlere kullandığı yönünde çoğu zaman ambargo ve hatta yaptırım uyguladı. Tıpkı ikinci dünya savaşından sonra kendi ülkesinde silah üretemeyen Almanya’nın Türkiye’de silah fabrikalarının alt yapı ve teknik mühendislik çalışmalarında yer aldığında da Türkiye’ye karşı düşmanca tavrını sürdürdüğü gibi. ABD’nin Almanya’da hala 270, İtalya’da 83, Japonya’da 124, Güney Kore’de 87 adet irili ufaklı üs ve birimi bulunuyor. Alman halkına her gün işgal edildiği ve yenildiği bir savaşı anımsatan ve fiili anlamda vesayet altında bir ülke görünümü veren bu manzara 70 yıldan bu yana devam ediyor. Travma/örselenmiş devletler kategorisine bu haliyle Almanya da girdi. Bu bağlamda Almanya’nın gerek psikolojik gerekse stratejik olarak ABD’nin fiili vesayetinden kurtulması, gelmiş geçmiş bütün Alman hükümetlerinin doğal bir amacı olsa gerek.
Almanya ABD arasındaki en büyük anlaşmazlık, 2003 Irak saldırı esnasında yaşandı. Türkiye’nin de işgale onay vermemesi nedeniyle İngiltere-ABD ile birlikte yalnız kalmıştı. Ayrıca Almanya AB’nin siyasi gücünü arkasına alarak, ABD’nin karşı çıkmasına rağmen Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni de 2004 yılında apar topar AB üyesi yaptı. 2011 yılında Libya’ya askeri müdahalede de Almanya çekimser kaldı. Almanya-ABD ilişkilerindeki sessiz kırılma Ukrayna’nın NATO üyeliğinde yaşandı. Almanya, Ukrayna’nın AB üyeliğine sıcak bakarken, NATO üyeliğine karşı çıktı. Ukrayna, Gürcistan ile birlikte ABD’nin Rusya’ya karşı uygulayacağı jeostratejik hamlelerin vazgeçilmez iki ülkesinden biriydi. Bu nedenle Almanya’nın kontrolündeki AB’ye terkedilemezdi. Diğer taraftan Ukrayna’nın AB üyesi olması, Rusya-Avrupa ekseninde güçlü bir doğal ittifak yaratacaktı. Almanya’nın bu tutumu, ABD’nin Rusya plan ve stratejileri önünde önemli bir engel olarak algılandı. Bunu Kırım’ın Rusya tarafından 2014 Mart ayında işgali izledi. Böylece Almanya-Rusya ilişkileri de ister istemez geriledi. Bölgedeki potansiyel Almanya-Ukrayna- Rusya jeostratejik ekseni kırıldı. Ukrayna ABD’nin Rusya stratejileri için bir araç haline getirildi. Ukrayna silah ve cephane almak için borçlandırıldı. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ve halen devam eden çatışmalar ile birlikte ABD ve İngiltere ittifakı; Almanya- Ukrayna- Beyaz Rusya- Rusya ekonomik ve potansiyel ittifak ve ortaklığını uzun bir süreliğine engellemiş oldu.
Peki, Almanya’nın Türkiye’ye karşı bakışı nasıldır ve izlediği politikalar nelerdir?
Almanya cephesinden bakıldığında, Almanya’nın tarihsel ve güncel gerçekler ışığında hâlâ devam eden örtülü ve açık Almanya-ABD rekabetinde; Türkiye’yi daima ABD’nin yanında ve kontrolünde bir devlet olarak görüyor. Bu algının, 1946’dan beri imzalanan onlarca ikili anlaşma, 1952’den sonra Türkiye’nin NATO üyeliği bağlamında doğru olduğu söylenebilir. Özetle Almanya- Türkiye arasında Rusya-Türkiye ilişkilerinde olduğu gibi bir güven sorunu vardır. Bu nedenle AB üyelik sürecindeki Türkiye’nin AB’ye üye alınması halinde bir Truva Atı olarak, ABD yönlendirmeleri ile AB’nin siyasi istikrarını bozabileceği korkusu yaşanmaktadır. Ancak Almanya’nın esas korkusu Türkiye ile ABD’nin siyasi ve askeri alandaki stratejik ortaklığıdır. Ayrıca AB üyesi olsa bile Türkiye’nin özellikle dış politika ve siyasi tercihlerinde, ABD’nin etkisi altında kalmaya devam edebileceği korkusu da başı çekmektedir. Özetle Almanya, Türkiye ilişkilerinin güvenli bir stratejik ortaklığa dönüşebilmesi için Türkiye-ABD ilişkilerinde daha dengeli ve bağlantısız bir statüye gereksinim olduğudur.
ABD, 70 yıldan bu yana inişli çıkışlı devam eden Türkiye-ABD ilişkilerinde kontrolü devam ettirmeyi başarmıştır. ABD Türkiye’deki siyasi sistem üzerindeki etkisini sürdürebilmiştir. Bunun ağırlıklı olarak ekonomik mekanizmalar ile yapıldığını söylemek mümkündür. Almanya’nın, Türkiye-ABD arasındaki “stratejik ortaklık” devam ettiği sürece Türkiye’ye yönelik stratejik seviyedeki plan ve stratejilerini askıya aldığı söylenebilir. Özellikle 2016 sonrası Türkiye-Almanya ilişkilerinin ve doğal olarak Türkiye-AB ilişkilerinin askıya alınması bunun göstergesidir diye düşünüyorum. Almanya’nın, Türkiye’ye karşı izlediği politikaların ikinci ayağını ABD cephesinden bakmak gerekiyor. ABD’nin, Türkiye’ye ve Türkistan coğrafyasına olan ihtiyacı, hali hazır Rusya, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu plan ve stratejileri bağlamında son derece hayati önem taşımaktadır. Tarihsel süreçte ve yayılmacı Alman politikasında gözü olan ve bu emellerini hiçbir zaman terk etmeyen Almanya, Türkiye’ye yönelik hiç de dostane olmayan stratejiler/politikalar sürdürmektedir. Bölücü Kürtçü terör örgütü liderinin ifade tutanaklarına göre başta ABD olmak üzere Almanya, İngiltere, Hollanda, Fransa, İtalya, Suriye, Romanya, Bulgaristan, İran, Yunanistan, Sırbistan’ın silah, istihbarat ve siyasal destek vermektedir. İfade tutanaklarında; Alman Gizli servisi BND ile görüştüğünden, Alman Parlamentosundan kendisini ziyarete gelenlerin olduğunu, Kani Yılmaz’ın sığınma talebini kabul edip, pasaport verdiklerini ve pek çok anlamda güçlü olduğumuz bir ülkeydi, diye belirtmiştir. Bu durum, ABD haricinde 10’u Avrupalı ülkeden biri İran olan 12 devletin ortak bir amaç altında bir araya geldiği veya her ülkenin farklı amacının Türkiye’nin zayıflatılması ve bölünmesi noktasında birleştiği anlamına gelmektedir. Alman Parlamentosunun da işin içinde olması Almanya’nın PKK politikasının bir devlet politikası olduğuna işaret etmektedir.
Almanya, dış politikasında çıkar güttüğü pek bölge ve coğrafyada Türkiye ile çıkar çatışmasına düşmüştür. Bunun yanı sıra Alman istihbaratının en az 150 yıllık Türkiye ile istihbaratı anlamda çekişme/çatışması vardır. Bu bağlamda Almanya, dolaylı stratejilerle Türkiye’yi bölgesinde zayıflatmaya ve bölmeye çalışmaktadır. Özellikle bölücü Kürtçü terör örgütü PKK’ya verdiği siyasal desteğin, açık veya gizli silah ve cephane satışları ile desteklendiği bilinmektedir. Almanya, bölücü Kürtçü terör örgütüne sadece silah, askeri malzeme, siyasal ve finans desteği vermekle kalmamış; örgütün neredeyse tüm Avrupa’da uyuşturucu trafiğini örgütlemesine de göz yumarak destek sağlamıştır. Bunun yanı sıra Alman devleti, bölücü Kürtçü terör örgütüne siyasi, propaganda, lojistik ve istihbarat desteğini de esirgememiştir.
Ayn El Arap sürecinde Peşmerge Kürtlerini silahlandıran Almanya; 2014’den bu yana Irak’ın kuzeyinde de bölücü Kürtleri eğit-donata tabi tutmuştur. Türkiye’nin bölücü terör örgütüne karşı yürüttüğü hava operasyonlarını Alman siyasiler ve Alman medyası “saldırı“olarak nitelemişlerdir. TSK, IŞİD terörüne karşı sözde savaşan PKK-YPG’ye karşı savaş açmakla suçlanmıştır. Bunun için “Patriyotları, askerlerimizi çekeriz! açıklamasını yapmaktan geri kalmamışlardır. Almanya, Peşmerge’ye silah yollarken BM silah ambargosunu ihlal etmemiş yanı sıra kendi anayasasını da rafa kaldırmıştır.
Sayın Ömer Kalaycı, uzunca süren söyleşimizin sonuna geldik. Çok faydalı bir söyleşi gerçekleştirdiğimizi söylemek isterim. Pek çok karanlıkta kalan konulara ışık tuttunuz. Bu güzel ve verimli söyleşi için çok teşekkür ederim. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Var, evet. Almanya ve AB, Türkiye’ye karşı olan kimi zaman örtülü kimi zaman kurumsal olarak düşmanca davranış ve tutumlarını bırakmalıdır. Bu Almanya için bir zorunluluktur. Bunu görememek stratejik körlüktür. İzledikleri ve sürdükleri Türkiye karşıtı tutum sadece Türkiye’nin değil, kendilerinin de geleceklerini tehlike altına atmaktan başka bir şey değildir. Çünkü terörün bumerang etkisi vardır ve en nihayetinde yerini bulur. Türkiye’nin parçalanması veya bölünmesi halinde güvenlik ve ekonomik açıdan çok daha riskli durumlarla karşılaşacaklarını bilmelidirler. Bölgedeki güç dengelerinin ve istikrarın Türkiye olmadan sağlanamayacağını iyi bilmeleri gerekir. Almanya gerçekten Türkiye’ye, Türklere ve Türkiye’nin terörle mücadelesinde samimi ve saygı duyuyorsa, Türkiye ile iş birliğine gitmelidir. Aksi durum ve tutumu izlemeye devam edeceklerse, bölücü Kürtçü terör örgütünü taşeron kullanmak yerine kendi askerlerini gönderebilirler.
Simge Erciyas ve Ömer Kalaycı