Ömer Kalaycı

AB VE FENER RUM KİLİSESİ İŞBİRLİĞİ

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İstanbul Fener Rum Kilisesi ve Bartholomeos, yasal zeminde İstanbul’daki Rum azınlığın dini hakları ile ilgili faaliyet yürütmekten ziyade, başta Lozan Antlaşması olmak üzere Anayasayı da ihlal eden ve Türk-Yunan ilişkilerinin de dışına bile isteye çıkarak siyasi faaliyetlerine hız vermektedir. Hukuki bağlamda hiçbir tüzel kişilğe sahip olmayan Fener Rum Kilisesine devletimsi yetkiler ve Patriklik makamına da “ekümenik” sıfatı kazandırılmak istenmesinin ardında Avrupa Birliği ve ABD desteğinin olduğu gözlerden kaçmamaktadır. Dolayısıyla Fener Rum Kilisesi konusu, bir din konusundan öte uluslararası boyutu da olan siyasi bir meseledir.

İstanbul Fener Rum Kilisesi’nin, İznik Konsili’nin bin 700. Yıl dönümü gerekçe gösterilerek İznik’te gerçekleştirmek istediği “ekümenik” nitelikli etkinliğinin de siyasi olduğu gözlerden kaçmamaktadır. Aynı amaçları taşıyan siyasi etkinlik 1925 yılında da yapılmak istenmiş ancak Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün net ve kararlı duruşu karşısında geri adım atılmıştır. 100 yıl önce olduğu gibi bugün de karşı çıkılmasının esas amacı, tarihi olayı anma ile Fener Rum Kilisesi’ne siyasi bir kimlik kazandırma girişimidir.

Rusya-Batı Çatışmasında Fener Rum Patrikhanesi isimli kitabında Deniz Berktay, İstanbul Fener Rum Kilisesi’nin, 1453 yılından itibaren Osmanlı Devleti/Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunduğunu ifade etmekte ve Türkiye’nin Fener Kilisesi ile ilişkisinin uzun bir geçmişe sahip olduğunu kaynaklarıyla ifade etmektedir. Yanı sıra Berktay, adı geçen eserinde, “Fakat Türkiye’de Ortodoks dünyası ve Fener Patrikhanesi’nin tarihi, konumu ve diğer kiliseler ile ilişkileri hakkında yeterince sağlıklı ve doyurucu araştırmaların olduğu söylenemez” diyerek konunun önemine dikkat çekmektedir.

Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Selçuk Erenerol; Fener Rum Kilisesi’nin, yalnızca bir azınlık kilisesi olduğunu, hiçbir tüzel kişiliğe veya temsiliyet hakkına sahip olmadığını ifade etmektedir. Erenerol, İstanbul Fener Rum Kilisesi ve başındaki sorumlunun gerçekleştirmeye çalıştığı siyasi faaliyetlerin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölünmez bütünlüğüne ve Anayasal rejimine karşı işlenen suçlar olarak değerlendirmektedir.

Fener Rum Kilisesi ve başındaki sorumlunun siyasi faaliyetleri, sadece Türk Dış politikasının önemli konularının başında gelmekle kalmamakta yanı sıra başta Lozan Antlaşması olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş ilkelerini ve ulus-devlet yapısını da son derece ilgilendirmektedir.

Uzun yıllar Avrupa Birliği ve ABD, Türkiye’nin Fener Rum Patrikhanesi’ni sadece İstanbul’daki Rum azınlık cemaatinin değil, bütün Ortodoks dünyasının lideri olarak tanınmasını (yani Patrikhanenin ekümenik statüsünü tanımasını) ve patriğin Türk vatandaşı olma şartının kaldırılmasını talep etmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk Dönemi Fener Rum Kilisesi’ne Bakış

Birinci Dünya Savaşı`nda Fener Rum Kilisesi, Yunan işgal kuvvetlerinin 15 Mayıs 1919 günü İzmir`e çıkmalarıyla Yunan kuvvetlerinin ve yerli Rumların başına geçip sokaklarda gösteri yapmış, Türk düşmanlığını körüklemiştir. İstanbul`da Patrik vekili ve daha sonra Patrik Meletios Rumları Yunan kuvvetlerine yardıma çağırmıştır. Patrik, Yunanistan ile birlikte İstanbul hükümetine savaş açmıştır.

Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul Fener Rum Kilisesi`nin bir fesat ve hıyanet ocağı olduğunu, Hıristiyan vatandaşların huzur ve refahını bozduğunu söylemiş ve “Rum Patrikhanesini artık topraklarımız üzerinde bırakmayız” demiştir. Yunan kuvvetlerinin yenilgisinden sonra toplanan Lozan Barış Konferansı`nda Ankara hükümeti, Patrikhane hakkındaki şikâyetlerini sıralamış, bu Rum din kurumunun İstanbul`da kalamayacağını bildirmiştir. İsmet İnönü, “Mütareke esnasında Patrikhanenin Türkler aleyhine çalışan bütün tertiplerin merkezi olmasına dayanıyordu. Patrikhane, Türkler ile Rumların iyi münasebetlerini, bir millet halinde kaynaşıp bir devlet içinde yaşamalarını engelleyen unsur olarak, mutlaka Türkiye`den çıkarılmalıdır” demiştir. Patrikhanenin İstanbul hükümetine karşı hareketlerinin örneklerine Rum kökenli yazarların kitaplarında da rastlanmaktadır.

Lozan Konferansı`nda Patrikhane, nüfus değişimi ve azınlıkların dini haklarına ilişkin konular alt komisyonda 22 Aralık 1922 günü ele alınmıştır. Yunanistan temsilcisi, hiçbir şey olmamış gibi Patriğin yetki ve ayrıcalıklarının aynen devamını istemiş, buna karşın Türkiye adına konferansa katılan Dr. Rıza Nur, Fener Rum Patrikhanesi’nin devlet içinde devlet olarak kalamayacağını belirtmiştir. Çıkan tartışmalar, Patrikhanenin yetkilerinden ziyade Patrikhanenin İstanbul`da kalıp kalmaması üzerinde yoğunlaşmıştır. Türkiye`nin temsilcisi Türkiye hükümetinin halifeliği devletten ayırdığını, laik bir devlet içinde Osmanlı İmparatorluğunun Müslüman olmayan toplumlara tanıdığı ayrıcalıkların devamına gerek kalmadığını, bu yüzden ayrıcalıkları uygulayacak bir kurumun varlığına da ihtiyaç kalmadığını belirtmiş ve Patrikhanenin Türkiye dışına taşınmasını istemiştir. Türkiye`nin temsilcisinin isteğine Konferansa katılan bütün Hıristiyan devletler el birliği ile karşı çıkmıştır.

Konferansta karşılıklı açıklamalar ile sözlü bir anlaşma yapılmıştır. Patrikhanenin eski statüsü son bulmuş, yeni statüyü belirleme ise azınlıklar hukuku çerçevesi içinde Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakılmıştır. Ankara, Fener Rum Patrikhanesinin statüsünü ve özellikle Patriğin seçim esaslarını kendi başına düzenlemiştir.

Fener Rum Kilisesinin Statüsü ve Patrik Seçimleri

Patrikhanenin Lozan Konferansında yapılan sözlü anlaşmayla belirlenen yeni statüye uyum sağlaması güç olmuştur. Cumhuriyet hükümeti Patriğin seçimini denetlemeye başlamış, İstanbul Valiliği 6 Aralık 1923 günü dini meclise gönderdiği yazıda, Patrik adayının Türkiye vatandaşı olması ve seçim sırasında Türkiye’de görevli bulunması gerektiğini bildirmiştir. Kendini Megali İdeaya kaptıran sözde Patrik Meletios, Barış Antlaşmasının imzasından sonra istifaya mecbur kalmıştır. Yerine İstanbul Valiliğinin bildirisine uygun olarak Kadıköy Metropoliti Grigorias 6 Aralık 1923 günü Patrik seçilmiştir. Bundan sonraki seçimde Türkiye`nin denetimi ortadan kaldırılmaya çalışılmış, Türkiye`nin istemediği Terkos Metropoliti Konstantinos Patrik seçilmiştir. Türkiye Konstantinos`u 29 Ocak 1925 gecesi trene koyup Selanik`e göndermiş, Yunanistan ise Patriğin sınır dışı edilmesini protesto etmiştir. Atina ile Ankara arasında görüşmeler gerçekleşmiş, Konstantinos da 22 Mayıs 1925 günü istifaya mecbur kalmıştır. Yerine İznik Metropoliti Vasilios seçilmiştir. Vasilios 4 Eylül 1928`de Yunan kilisesinin bağımsızlığını tanımış, Yunanistan`ın egemenlik altındaki topraklarda kurulu metropolitlikler de Atina Başpiskoposluğuna bağlanmıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye, Sovyet tehdidi ile karşılaşmıştır. Tehditler karşısında Türkiye ABD ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmış ve demokratik açılımlar yapmaya başlamıştır. ABD`nin önerileri ve destekleri ile Türk-Yunan işbirliğine gidilmiştir. ABD, bir yandan Sovyetler Birliği ile mücadele ederken diğer yandan çoğunluğu Ortodoks olan Sovyet karşıtı Ortodoksları Fener Rum Patrikhanesi üzerinden birleşmesini istemektedir. Bu dönemde Patrik Maksimos akıl sağlığı yerinde olmadığı gerekçesi ile istifaya zorlanmış, yerine Kasım 1948’de Kuzey ve Güney Amerika Başpiskoposu Athenagoras Patrik seçilmiştir. Yeni Patrik, ABD Başkanı Truman`ın özel uçağı ile 26 Ocak 1949 günü Türkiye’ye gelip görevine başlamıştır. Athenagoras, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından Çankaya Köşkü`nde kabul edilmiş, Lozan Antlaşması’ndan sonra Başpapaz denilen Patrik, ABD’nin özel temsilcisi gibi karşılanmıştır.

Patrikhane’nin Kıbrıs Faaliyetleri

ABD çıkarlarına hizmet etmek amacıyla İstanbul Fener Rum Kilisesi’nin başına gönderilen ve apar topar Türk vatandaşı yapılan sözde Patrik Athenagoras, Kıbrıs’ta yaşananlara karşı da tepkisiz kalmamıştır. Fakat tepkisi Makarios`u kınamak yerine onu destekleyen ifadelerle Enosis yanlısı tavır takınmıştır. Bu durum İstanbul`da yaşayan Rum azınlığı etkilediği gibi Kıbrıs’taki Rumları da Türklere karşı ateşlemiştir.

Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması ve Akritas Planı doğrultusunda Kıbrıs Rumları ve Rum terör örgütü EOKA ile 20-21 Aralık 1963’de başlayan kanlı Noel olayları, daha sonra Rumların Türklere saldırmaları, Türkiye`nin her yerinde, özellikle İstanbul`da Türkleri galeyana getirmiş, 1964 yılı başında Patrikhanenin sınır dışı edilmesi istekleri yeniden gündeme gelmiştir. 1966 yılı Haziran ayında Fener Rum Patrikhanesi ve Heybeli Ruhban Okulu`nun kapatılması önerilmiş ancak kabul edilmemiştir.

AB Sürecinde Patrikhane’nin Tutumu

Fener Rum Kilisesi Başpiskoposu Bartholomeos, Temmuz 1995’de Vatikan`da Papa II. Paul`ü ziyaretinden sonra yayımlanan ortak bildiride; Papa ve Fener Rum Patrikliğinin dinler arasındaki diyalogu teşvik ettikleri ve AB’nin sınırlarının doğuya genişleyerek gerçekleşmesi için dua ettikleri belirtilmiştir. Bartholomeos `un Türkiye`nin AB’ye alınmasına taraftar olması basında çıkan haberlere göre Yunanistan`da tepki yaratmıştır. Türk -Yunan İş Konseyi`nin 1997 yılı Mayıs ayında İstanbul`da yaptığı toplantıda Bartholomeos “Birleşik Avrupa`da Türkiye`ye yer vardır. Türkiye`nin en yakın komşusu olarak Yunanistan da bu amaç yönünde çaba harcamalıdır… Bir arada kardeş gibi yaşamayı öğrenmeliyiz, yoksa budalalar gibi yok olup gideceğiz” demiştir.

Türkiye, Fener Rum Kilisesi’nin, Lozan Konferansı`nda varılan anlaşmaya saygı gösterilmesini ve uyulmasını beklemektedir. Bu anlaşmaya göre Fener Rum Kilisesi, Türkiye`de kalan Rum azınlığın dini hizmetlerini yerine getirmekle görevlidir. Patrikhane ise tarihten gelen ve kendilerine biçilen görev gereği sözde “ekümenik” olduğunu iddia etmekte, bu doğrultuda siyasi ilişkilerine ve faaliyetlerine hız vermekte ve siyasi bir konum elde etme arayışındadır. Türkiye, bu iddiayı kabul etmemekte ancak son yıllarda Fener Rum Kilisesi adına Bartholomeos ‘un faaliyetlerine sessiz ve seyirci kalmaktadır.

Son yirmi yıldır patrikhaneye hoşgörülü davranılmaktadır. Patriğin milletlerarası toplantılara gitmesi kısıtlanmamaktadır. Patrikhane binasının yenilenmesine izin verilmiştir. Bina, Yunan bakanları dâhil, üç bin davetlinin önünde 1989 yılında hizmete açılmıştır. Cumhurbaşkanı, patriği diğer din adamları ile Çankaya Köşkü`ne davet etmeye başlamıştır. Günümüzde tartışılan konu, patrikhanenin statüsünün yükseltilerek güçlendirilmesidir.

AB’nin de Fener Rum Kilisesi’nin “ekümenik” statüsü ile ilgili desteği ön plana çıkmaktadır. Özellikle Yunanistan`ın bu konuda AB üye ülkelerine öncülük ettiği görülmektedir. Bartolomeos da, Türkiye`nin AB’ne üye olması yönündeki temennilerine Heybeliada Ruhban okulunun açılması ve patrikhanenin ekümenik statüsünün tanınmasını da eklemektedir. 17 Aralık öncesinde bu konularda Türkiye`de hiçbir gelişme olmaması da bir şikâyet konusu olarak ortaya atılmaktadır.

Türkiye ile ilgili önemli bir kararın alınacağı AB zirvesi öncesi, Yunanistan`la birlikte Kıbrıs`ın da çeşitli konuları gündeme taşıyarak, bunların çözümünün Türkiye ile müzakerelerin başlamasında ön koşul olarak sunulmasına gayret ettikleri de gözlenmektedir. Her ne kadar Türkiye ile ilgili kararda şu aşamada bir etkisi olmasa da Avrupa Parlamentosu`nun başta Heybeliada Ruhban Okulu olmak üzere Rumların istediği birçok alanda Türkiye`den talepleri olduğu görülmektedir. Benzer eleştiriler Komisyon tarafından şimdiye kadar yayımlanan İlerle Raporlarında ve son 2024 İlerleme Raporu’nda da dile getirilmiştir.

Bugünkü konjonktürde ABD, AB ve Rusya`nın özellikle Balkanlar`daki Ortodoks topluluklarını etkilemek için kullanabilecekleri patrikhane üzerinde çeşitli senaryolar konuşulmaktadır. Ruslar tarihsel perspektif içinde Ortodoks hamiliğini üstlenerek, Osmanlı toprakları içinde etkinliklerini artırmaya çalışmışlardı. Bugün ise, AB ve ABD, Rusya`nın bölge üzerinde zayıflayan etkisini dikkate alarak Ortodoksların birlikteliğini sağlamak ve İstanbul`daki patrik vasıtasıyla Ortodoks halklar üzerinde etkili olmak istemektedir. Balkanların kontrolünün stratejik önemi düşünüldüğünde, ABD ve AB`nin Rum Ortodoks Patrikhane`sinin ekümenizm iddialarına desteği ve Rusya`nın bu iddialara tepkisi daha anlamlı hale gelmektedir.

Sonuç yerine,

İstanbul Patrikhanesi’nin ekümenik sıfatını kullanması ve ulaştığı güce sahip olması tamamen imparatorluğun başkentinin kilisesi olması ve imparatorluktaki bütün kiliselerin buraya tabi olmasından kaynaklıdır. İmparatorluk sınırları içerisinde yıllarca bu sıfatın kullanılması ise 1453 yılında, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesiyle tamamen son bulmuş ve bir daha böylesine bir güce sahip olmamıştır.

İstanbul Patrikliğinin iddia edildiği gibi diğer cemaatlerden bir üstünlüğü veya imtiyazı bulunmamakta; bütün milletlere verilen haklardan yararlanmaktadır.

Batı Hristiyanlığı, yani Katolik dünyası, tek bir merkez olarak kabul edilen Roma’ya, yani Vatikan’a, bağlı iken Doğu Hristiyanlığı, yani Ortodoks dünyasında, böyle bir kaide bulunmamaktadır.

1922’de imzalanan Lozan Anlaşması ile bu kurumun statüsü açık bir şekilde belirlenmiştir. İstanbul’da kalan Rum vatandaşların dini ihtiyaçlarını (ibadet, vaftiz, düğün ve cenaze) karşılamakla yükümlü bir azınlık kilisesi olarak yetki ve eylem alanları sınırlandırılmıştır.

İstanbul Fener Rum Kilisesi ve Bartholomeos ‘un, hukukta yeri olmayan bu siyasi faaliyet ve adımların atılması Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ve egemenlik hakkının çiğnenmesi demektir.

Fener Rum Kilisesi, yalnızca bir azınlık kilisesi olarak, hiçbir tüzel kişiliğe veya temsiliyet hakkına sahip değildir. Buna karşın sözde “ekümenik” sıfatı ile Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın katıldığı bir toplantıda Fener Rum Kilisesi adeta kendini Vatikan ile bir tutarak, sui-generis (nevi şahsına münhasır) bir egemenliğe sahip olduğunu iddia etmiştir. Bu her yönüyle fiyasko bir durumdur.

Lozan Antlaşması’nın çizdiği sınırların dışına taşmaya çalışmak ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına karşı gelip Justinyen Kanunlarına göre hareket edeceğini beyan etmek ise direkt olarak yargının konusudur. Buna sessiz kalıp hiçbir aksiyonda bulunmamak da aynı şekilde suç teşkil etmektedir.

Fener Rum Kilisesi’nin, gerek Ruhban Okulu’na YÖK nezdinde bir statü verilmesi nasıl bir tüzel kişilik kazandırma girişimi ise aynı şekilde İznik Konsili’nin bin 700. Yıl dönümü gerekçe gösterilerek İznik’te gerçekleştirmek istediği “ekümenik” nitelikli etkinliğin de “özerkliğin ve temsiliyetin” önündeki hukuki engelleri kaldırmak adına olduğu bilinmelidir.

AB VE FENER RUM KİLİSESİ İŞBİRLİĞİ

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Börü Budun Dergisi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!