Unutursanız, Bir Daha Ayağa Kalkamazsınız
Biz durup dururken Türkçü olmadık. Her şey bir sancıyla başlar, bir yara kabuk bağlamadan önce sızlar, yakar, hatırlatır. Bizim sancımız, binlerce yıllık bir milletin hatırasıdır. Bizim kavgamız, sadece kendimiz için değil; geçmişimiz, şehitlerimiz ve geleceğimiz içindir. Bir millet geçmişini unutursa, başkalarının yazdığı bir tarihte figüran olur. Bir millet hafızasını yitirirse, kimliğini de kaybeder. Rahmetli Ebulfez Elçibey’in sözü kulaklarımızda çınlıyor: “Siz Türk olduğunuzu unutsanız bile, düşman unutmaz!”
Osmanlı, üç kıtaya hükmetmiş bir Türk devleti olarak başladı. Ama ne zaman ki özünden koptu, çöküş de başladı. Devşirmelerle, yabancı idarecilerle, Arap ulemasıyla doldurulan saray ve bürokrasi, bir süre sonra Türk’ü devletin sahibi değil, marabası hâline getirdi. Osmanlı, Türk olduğunu unuttu; “İslam devleti”, “ümmet devleti” diye diye Türk kimliğini boğdu. Kılıç gücüyle kurulan devlet, bir anda sarığın, cübbenin, şalvarın gölgesinde erimeye başladı. Adalet ve liyakat kayboldu, halktan kopuldu. Ve tarih sahnesinde o muhteşem cihan devleti duraklamaya, gerilemeye, nihayet parçalanmaya başladı.
Bunun en ağır bedelini Türkler ödedi. Ömer Seyfettin’in Beyaz Lale, Piç gibi eserleri sadece birer hikâye değildir; acıların, ihanetlerin, gözyaşlarının edebi belgesidir. Ben bir Karslı Terekeme çocuğuyum. Karapapak der kimileri. İki kuşak önce Ermeni ve Rus zulmüne maruz kalmış bir ailenin torunuyum. Çocukluğumda, Kars’ta Ermenilerin katlettiği Türklerin gömüldüğü toplu mezarların açıldığını gözlerimle gördüm. Toprak altından çıkarılan kemiklere ağıtlar yakıldığını kulaklarımla duydum.
Van’da Akdamar Adası’nda yakılan köyleri, doğuda Ermenilerin katlettiği, tecavüz ettiği kadınları, çocukları; kuzeyde Rum çetelerinin yağmalarını, batıda Yunan, Bulgar, Sırp kasaplarının katliamlarını unutmadık. Bütün oklar, bütün namlular Türk’ün üzerine çevrilmişti. Osman Gazi’nin sandukasını tekmeleyen Yunan subayı, atalarının intikamını almanın hazzını yaşarken, biz ise hala “din kardeşliği” diye avutuluyorduk.
Peki biz ne yaptık? Kandırıldık. Dini kullandılar, inancımızı suistimal ettiler. Dün dedelerimizi boğazlayanların torunları bugün Türkiye’de soyadlarını değiştirip, kimliklerini gizleyerek yönetici oldular. Türk milliyetçiliğini “faşizm” diye yaftaladılar. Milliyetçiliği “ırkçılık” diye ayaklar altına aldılar. Demokrasi maskesiyle, sözde din kardeşliğiyle milli hafızamıza saldırdılar. Tarihimizi, kahramanlarımızı unutturmaya çalıştılar. Cahil halk yığınlarını arkalarına alıp, “demokrasi” diye diye milli ve manevi değerlerimizi talan ettiler. Direnenleri, doğruları söyleyenleri hapislere attılar, linç ettiler, susturdular. Bugün hayasızca, pervasızca Türk milliyetçilerine saldırıyorlar; hem de “milliyetçiyiz” diyerek, hem de “din kardeşiyiz” diyerek.
Aklıma Don Kişot ve Şeytan’ın sohbeti gelir hep. Don Kişot, Şeytan’a sorar:
— “Peki ya ormandaki askerler? Onlar da senin miydi?”
Şeytan cevaplar:
— “Evet, hepsi benimdi.”
Don Kişot şaşkınlıkla sorar:
— “Ama Allah Allah diye bağırıyorlardı?”
Şeytan gülümseyerek cevaplar:
— “Ne yani, ‘Şeytan Şeytan’ diye mi bağıracaklardı?”
Evet, bizi Allah Allah diye bağıranlarla kandırdılar. Şimdi ise bir avuç insan kaldık bu vatan için direnen. Bizi yenemeyecekler, buna inancım tam. Ama gençliğimizin, çocuklarımızın en az elli yılı heba olacak. İki kuşak kaybolacak, bunu biliyorum. Kandırılmış, aldatılmış, kimliğinden koparılmış bir milletin, tekrar silkelenip ayağa kalkması için en az yarım asır gerekecek. Ve bu bedeli yine biz, Türkler, ödeyeceğiz.
Gençlere ve çocuklara sesleniyorum: Bugünleri unutmayın. Bu ihanetin faillerini, destekçilerini unutmayın. Asla affetmeyin. Affederseniz, bir sonraki ihaneti büyütürsünüz. Fırsat bulduğunuzda bu hesabı ağır bir şekilde sorun. Sorun ki bir daha kimse bu aziz millete ihanet etmeye cesaret edemesin. Tarih, sadece hatırlayanlara öğretmenlik yapar; unutanlara ise mezar kazıcılığı yapar.
Unutmak, ihanete ortak olmaktır. Sessiz kalmak, ihaneti onaylamaktır. Dilsiz şeytan olmak istemiyorsak, her alanda Türk milletinin onurunu, haklarını, değerlerini savunmak zorundayız. Bu mücadele sandıkla, siyasetle, sloganla sınırlı değildir. Bu mücadele bir var oluş, bir haysiyet savaşıdır.
Unutursanız, bir daha ayağa kalkamazsınız. Unutursanız, çocuklarınızı yetim, torunlarınızı vatansız bırakırsınız. Unutursanız, bir gün mezar taşlarınıza yazacak tek kelime kalır: “Unutuldu.” Ve biz, ne pahasına olursa olsun, unutulanlardan olmayacağız!