Bir dönem vardı…
PKK denilen ihanet çetesi şehirlerde örgütlenemezdi, palazlanamazdı. Aşireti, çetesi, örgütü, sırtını sıvazlayan dış destekçisi fark etmezdi; ülkücünün olduğu yerde terörün kökü kururdu. Çünkü bilinir, tanınır, korkulurdu. Bir ülkücüye omuz atmak, tüm ülkücü harekete meydan okumaktı. Onun bedeli yalnızca fiziki bir hesaplaşma değil, aynı zamanda ruhen bir tasfiyeydi. Öyle ki geride ağıt yakacak kimse bile bırakılmazdı. İşin raconu buydu.
Ülkü ocakları sokakta asayişti, okulda vakardı, evde kardeşlikti.
Ağabeylik makamı vardı, mertlik vardı, yiğitlik vardı.
Dergi satardık, kimi zaman okul kapısında, kimi zaman cami avlusunda…
Çay demlenirdi ocakta, 9 Işık konuşulurdu. Atsız Ata okunurdu.
Saygı vardı.
Dost da düşman da bilirdi: “Ülkücü delikanlıdır, sözü senettir.”
Ama sonra bir şey oldu.
Ocakların bu kudretini şahsi menfaatine alet edenler türedi.
Ülkücülük kisvesi altında karanlık işler çeviren godomanlar çıktı.
O mukaddes çatının içine torbacılar, kaçakçılar, ahlaksızlar sızdı.
Menfaat için kardeşini satanlar baş tacı edildi.
Onlardan ne kardeş olurdu, ne de dava adamı.
Ocaklar güç devşirme merkezi hâline geldi.
İdealler değil, ihaleler konuşulur oldu.
Söz bitti, suskunluk büyüdü.
Ve biz gele gele bugüne geldik…
MHP, “DEM”’le aynı kulvarda yürüyor şimdi.
Açık açık kol kola…
Neye karşılık? Ne kadara? Kim adına?
Bilmiyorum…
Belki hâlâ bir devlet aklı vardır da biz göremiyoruz.
Belki bir planın parçasıdır da bizim aklımız ermez.
Ama ya yoksa?
Eğer yoksa…
Bu tablo, bu suskunluk, bu meşruiyet kisvesi altında pazarlıklar…
Bu ülkeye gelmiş geçmiş en büyük, en katmerli operasyonun çocukluğudur.
Ve o vakit sadece ülkücülük değil, milliyetçiliğin de onuru yerle yeksan olur.
Vesselam.